socratesXreflect_alt

Değişim

16 dk

Kevin Durant’in Brooklyn Nets’ten takasını istemesiyle birlikte NBA çevrelerinde ‘sadakat’ kelimesi sıkça telaffuz edilir oldu. Peki lig bu noktaya nasıl geldi, bir çıkış yolu var mı?

"NBA'de zaman geçtikçe kaybedilen bir şey varsa o da karakter. Mücadelemiz ve tutkumuz sadece formanın sırtında yazan isim için değil, formanın ön tarafında yazan isim için de olmalı." Geçtiğimiz haftalarda Portland Trail Blazers ile olan kontratını iki yıl daha uzatan Damian Lillard'ın basın toplantısında ağzından dökülen sözler bunlar. Takımıyla birlikte onuncu sezonunu geride bırakan Lillard, 2027 yazına kadar yaklaşık 450 milyon dolarlık bir kariyer kazancına ulaşmış olacak. Ve söylediklerinde bir haklılık payı var.

Rondo-Allen-Pierce-Garnett'li 2008 model Boston Celtics'in tetiklediği, Temmuz 2010'da Miami Heat'in kervana katıldığı ve Kevin Durant'in Golden State Warriors'a imza atmasıyla devam eden 'Büyük Üçlüler Çağı' oyunun tarihinde iz bıraktı. 'The Decision' sonrası ligin süper yıldızları ve takımları yönetenler, bunu şampiyonluk yüzüğüne ulaşmanın en iyi yolu olarak görmüştü. Elinde süper yıldız kalibresinde bir oyuncu mu var? Serbest oyuncu piyasasından ya da takas yoluyla onun yanına bir-iki yıldız daha ekle, takımının gerisini minimum kontratla doldur. Şampiyonluk adayı takımınız hazır…

2022 yaz dönemine kadar bu mantalite belli bir noktaya kadar kabul görmekteydi ancak Brooklyn Nets'teki uyuşmazlığın aşılamaz noktaya gelmesi ve son olarak Kevin Durant'in takasını istemesi, benzer projeyi hayata geçirmeyi düşünen takımların aklına bir soruyu getirdi: Miami Heat ile Golden State Warriors'ın büyük üçlüleriyle gelen başarılar, aslında bir istisna mıydı?

2022 NBA Şampiyonu Golden State Warriors, Kevin Durant'li iki sezonu dışında organik büyüyen ve bu büyümesini sürdüren bir organizasyon. Finaldeki rakibi Boston Celtics de aynı özelliklere sahip. Önceki sezon mutlu sona ulaşan Milwaukee Bucks, uzun bir süre boyunca Giannis Antetokounmpo ekseninde çekirdeğini koruyacağa benziyor. O sezon Bucks'ın rakibi olan Phoenix Suns'ın adı her ne kadar bu sezon sonunda Kevin Durant'le anılsa da onlar da -Chris Paul eklemesi haricinde- organik büyüyen bir takım oldular. Ligdeki son dört finalistin bu ortak özellikleri, şampiyonluk arayan diğer genel menajer ve takım sahiplerine bir şeyler ifade ediyor olmalı.

Bir tarafta ikili-üçlü süper yıldızları tek çatıda toplayan ve onlardan en az birinin takımdan 'sıkılmasıyla' dağılan kurgular, diğer tarafta ise organik büyümeyle ilerleyip akıllı hamlelerle eksiklerini kapatarak finale uzanan, gelecek vadeden ekipler… Bu satırlar yazılırken Kevin Durant'in Brooklyn Nets'ten ayrılıp ayrılmayacağının belli olmaması biraz da bundan. Üç sene öncesinde takımlar çok daha kolay biçimde gemileri yakabilir, elindeki parçaları ligin en iyi iki skorerinden biri için harcayabilirdi. Artık öyle değil. Golden State Warriors'ın Wiggins-Poole-Kuminga üçlüsünden, Phoenix Suns'ın Mikal Bridges-Cam Johnson-Ayton paketinden vazgeçmesi o kadar gerçekçi görünmüyor. Tamam, günün sonunda bir takım yine Kevin Durant için 'soygun' denebilecek seviyede bir paket gönderebilir fakat basketbol oynamayı bu kadar seven bir adam uğruna dahi takas sürecinin bu denli uzaması, bir evrimin başlangıcına işaret.

***

NBA, durdurulamaz biçimde büyüyor. Ve bu büyümenin ucu açık, yani şu an için bir sonu yok. Ligde yıllık 60 milyon dolar kazanan yıldızlar ise hiç şüphesiz bu büyümenin merkezindeler. 2024-25 sezonu sonrasında yapılacak yeni yayın anlaşmasıyla birlikte bu kontrat bedelleri daha da şişebilir. Ligin değerini tek başına oluşturan isimler, haliyle ligin çehresini de tek bir kararla değiştirme gücüne sahip. Bu güçlerinin de farkındalar… Zira 2019 NBA All-Star maçında parkede yer alma hakkı kazanan 25 oyuncudan yalnızca 10'u an itibarıyla aynı takımın formasını giymekte. Bu, yüzde kırklık bir orana tekabül ediyor. Ligin yıldızlarının yarısından fazlasının iki-üç sezon içerisinde yer değiştirdiğini, daha doğrusu yer değiştirebildiğini düşününce durumun vahameti göz önüne seriliyor.

LeBron James, Anthony Davis ve Russell Westbrook

LeBron James, Anthony Davis ve Russell Westbrook

"Oyuncular, takımlarına sadık kalmalılar. Ama günümüzde bir dakikalığına bir takımda olmak isterken birkaç dakika sonra başka bir takıma takas edilmek istiyorlar. Bu, gülünç bir şey." Michael Jordan, bu sözleri önce James Harden ile Ben Simmons ikilisinin, ardından Kevin Durant'in takas taleplerinin sonrasında söyledi ancak bu oyuncu-takım anlaşmazlıklarının evveliyatı da var…

Anthony Davis'in o dönemki takımı New Orleans Pelicans'ı Los Angeles Lakers'la anlaşmaya 'zorlaması', Jimmy Butler'ın rotasyon dışı oyuncuları yanına alarak Minnesota Timberwolves'un diğer yıldızlarına ve organizasyon yönetimine savaş açması… Genel menajerler ve takım sahipleri kadar süper yıldızlar da yakın zamana kadar diğer süper yıldızlara katılmanın iyi bir fikir olduğunu düşünmekteydi. Devamında Anthony Davis belki LeBron James'le şampiyonluk yaşadı ancak sonrasında takımı, Russell Westbrook eklemesiyle aynı mantalitenin kurbanı oldu. Jimmy Butler'ın ise o dönem bir sezonluk Philadelphia 76ers macerası, ağzında kekremsi bir tat bıraktı.

Tabii ki bu oyuncu merkezli akışın bir de bu şovu satın alana, izleyiciye yansıması var. Sokağa çıkıp basketbol takipçileriyle konuştuğunuzda birinin ağzından tuttuğu takıma dair bir şeyler duymanız çok zor. "LeBron James'i mi destekliyorsun, yoksa Kevin Durant'i mi?" ya da "Bence Stephen Curry tarihin en iyi ikinci oyuncusu" minvalinde cümleleri işitmeniz daha olası. Sadece basketbol değil, endüstriyelleşmeyle birlikte takım sporlarındaki rekabeti, takımlar üzerinden değil bireyler üzerinden okuyoruz.

Futbol dünyasında önce Ronaldo ve Messi vardı, şimdi Klopp ve Guardiola. O yüzden NBA'de de durum çok farklı sayılmaz. Yakın zamana kadar Golden State Warriors ve Cleveland Cavaliers rekabeti -her ne kadar yine Curry ve LeBron ekseninde olsa da- haricinde süreklilik kazanan bir çarpışmaya tanık olabilmiş değiliz. Çünkü süper yıldızlar sıkılıyor ve istediği an yeni bir maceraya yelken açabiliyor…

***

LeBron James'in The Decision'ı hiç kuşkusuz ligin eksenini değiştirdi. Hatta kaydırdı. Kökeni milenyum öncesine dayanan öğreti, takımına sadık olmayı aşılıyordu. Michael Jordan, Larry Bird, Magic Johnson, Kobe Bryant… Hepsi bu öğretiyi özümsemişti. LeBron James o kararıyla peş peşe iki şampiyonluk elde etmişti belki ama kararı verme şekline dair daha sonra söyleyecekleri vardı: "Eğer o zamana dönebilseydim, bazı şeyleri daha farklı yapardım. Verdiğim karardan son derece mutluyum. Nasıl yapardım bilmiyorum ama bir şeyleri mutlaka farklı yapardım." 80'lerden miras kalan öğretiyi reddeden LeBron James'in hem verdiği kararda hem de sonrasında söylediklerinde haklı olduğu noktalar var. O öğretiyi özümseyenler, şampiyonluk sayısını da aynı derecede önemli görmekteydi. Kral aslında sadakat temalı öğretiyi reddederken yine aynı jenerasyonun mirası olan "Mutlak suretle şampiyonluklar kazanmalısın!" mantalitesini kabul etmek durumunda kalıyordu. Onun şampiyonluklar kazanabilmek adına verdiği kararın yanı sıra kararı veriş şekli, ligin geçmişe nazaran daha da oyuncu merkezli bir yapıya bürünmesinin ilk adımıydı.

LeBron James, Dwyane Wade, Chris Bosh

LeBron James, Dwyane Wade, Chris Bosh

Kevin Durant'in Golden State Warriors'la imzalaması ise hiç şüphesiz onu bir nefret unsuru yaptı. Tıpkı zamanında LeBron James'in yaşadığı gibi. Fakat o, bu cesareti LeBron'dan almıştı. Önceki sezon konferans finalinde felaket bir seri geçirip üzerine o seriyi kaybettiği takıma gitmekte bir beis görmüyordu. Zira yüzüğe giden yolda yapacağınız her hamle, söyleyeceğiniz her söz mübahtı. 2010 yazından sonra diğer süper yıldızların kulağına fısıldanan öğreti, bunu söylüyordu.

Oyuncuların tek bir hamleyle takımların hatta ligin çehresini değiştirmesi, takım yöneticilerinin de ellerini kollarını bağlıyordu. Peki tüm bu süreç bize Pat Riley, Brad Stevens, Erik Spoelstra, Bob Myers gibi karar alıcıların ve basketbol akıllarının önemini bir kez daha gösterdi mi? Neticede Miami Heat, LeBron James devri sonrasında birkaç sezonun ardından organik bir büyümeyle NBA finalinin yolunu tutmuştu. Brad Stevens'ın ilmek ilmek işlediği yapıda koçluktan yöneticiliğe geçtiği ilk sezonda Boston Celtics, finale ulaşabilmişti. Bob Myers'ın Golden State Warriors'ından zaten söz ettik…

Tüm bunların ışığında, bir koç, genel menajer ya da takım sahibi olarak bir NBA takımını başarılı bir şekilde yönetmek artık çok daha zor. Socrates'in Kasım 2021 sayısında Caner Eler ve İnan Özdemir'e konuşan Phoenix Suns'ın eski genel menajeri Ryan McDonough geleceği görmüştü:

"Neden artık NBA takımlarını yönetmek daha zor? Birçok faktör var. Temelde, para çok büyüdü. Süper yıldızlar, garanti kontratlarıyla artık sezon başına elli milyon dolar kazanıyorlar ve bu onlar için harika. Hak ediyorlar zira ligin popülaritesinin tavan yapmasının sebebi onlar. Uluslararası anlamda inanılmaz gelişti NBA, dünyanın her yerinde takip ediliyor. Lakin takım sahipleri açısından zor durum şu: Ben Simmons gibi kontratında dört yıl kalan, yüzlerce milyon dolarlık anlaşmaya imza atan oyuncular bir anda 'Ben bu takımda forma giymek istemiyorum artık. Beni takas edin' demeye başlarlarsa ne olur? Takım sahipleriyle oyuncular arasında ihtilaf yaratacak nokta bu önümüzdeki dönemde. İyi bir çözüm var mı, emin değilim. (...) NBA'in gelir kalemlerinden en büyüğü televizyon hakları ve görünen o ki yeni anlaşma çok yüksek olacak. Bu da salary cap'in, dolayısıyla da oyuncu kontratlarının artması anlamına geliyor. Lig ve Oyuncular Birliği, bir sonraki toplu sözleşme için masaya oturduğunda bence bu ayrıntılar üzerine epey kafa yoracak."

Bradley Beal

Bradley Beal

Günümüz NBA'inde takımlarına sadık olduğu bilinen, en azından öyle olduğu düşünülen süper yıldızlara bile şüpheyle yaklaşmakta fayda olabilir. Bradley Beal'ı ele alalım: O da Damian Lillard gibi ligdeki onuncu sezonunu geride bıraktı ve bu süreçte sadece Washington Wizards'ın formasını giydi. Adı son üç sezondur ekseriyetle takas dedikodularına karıştı. Bu yaz süper maksimum kontrat imzalamadan önce de bu dedikodular sürmekteydi… Beş yıl, 251 milyon dolar değerinde bir kontrat imzalamış olması, dedikoduların sürmesine engel olabilecek gibi de durmuyor. Zira Ben Simmons, James Harden gibi örnekler, diğer süper yıldızları da "Biz parayı garantiye alıp kontrata imza atalım, nasılsa ayrılmak istersek bu konuda yönetimi zorlar, istediğimizi alırız" düşüncesine itiyor artık. Adına şımarıklık, bencillik veya hükümdarlık diyebilirsiniz ama buna 'gerçeklik' demek en doğrusu gibi…

Evet, NBA büyüyor. Sosyal medya çağının etkisi ve ortaya çıkan ürünün değerinin artmasıyla kontrol edilemez bir noktaya gidiyor. Ürünü yaratan oyuncular bu büyümeden en memnun olanlar. Peki ya takımlar? Birkaç süper yıldızdan oluşan takımları kurmak için takım sahipleri neredeyse maaş bütçeleri kadar lüks vergisi ödüyor. Lig komisyoneri Adam Silver "Oyuncuların kamuoyunun kolaylıkla öğrenebileceği bir biçimde takımlarından takasını istemelerini kesinlikle hoş karşılamıyorum" dese de buna dair -en azından şimdilik- bir çözümü olmadığını da ekliyor: "Evet, hiç kuşkusuz bu bir problem ancak burada sanki gizli bir formülüm varmış gibi de davranmak istemiyorum."

Son tahlilde Silver'ın da sözünü ettiği gibi yapıcı bir çözüme ulaşmak pek kolay değil. Kabataslak biçimde, oyuncuların takımlarına olan sadakatini sağlamlaştırmak adına bir dizi kısıtlamalarda bulunmak söz konusu olabilir. Öte yandan oyuncuların hem ürettiği değerden daha çok pay almasını savunup hem de bu aşırı oyuncu merkezli piyasaya karşı çıkmanın kabataslak olmayan, mantıklı bir yolu var mı? Bu sorunun yanıtını vermek oldukça zor.

2000'li yılların başında takım sahipleri, kontrat sürelerinin uzunluğundan şikâyetçiydi. Orta büyüklükte kontratların süresi yedi yılı bulabiliyordu. 2010 sonrası gelen yeni toplu iş sözleşmesiyle birlikte kontratların süresi azaldı lakin bu da ligin oyuncu merkezli olmasını körükleyen faktörlerden biri oldu. Ryan McDonough'nın dediği gibi, Oyuncular Birliği lig yönetimiyle masaya oturduğu vakit bu detaylar ciddi mesai sebebi olacak.

ABA'den NBA'e uzanan bu organizma, yıllar geçtikçe büyüdüğü gibi evrim de geçiriyor. Hayır, milenyum öncesinde ve milenyumun başında üç sayı çizgisinin içine tıkılan, 2010'lar sonrasında üç sayı çizgisinin bir hayli gerisine taşınan oyun anlayışının değişmesinden bahsetmiyorum. Önce takımına sadık olmayı, sonrasında şampiyonluk için her yolun, her hamlenin mübah olduğunu anlatan öğreti de mutlaka evrim geçirecek. "Büyük üçlülerin devri sona eriyor!" gibi bir iddia değil bu. Fakat gerek genel menajerler, gerek takım sahipleri, gerekse de şovun merkezindeki yıldızlar büyük üçlü oluşturmanın eskisi kadar mantıklı olmadığının yavaş yavaş farkına varıyor.

Tüm bunlara rağmen, ligde üç-dört yıldan fazla ömürlü bir yapı kurmanın hemen hemen her zaman risk altında olması muhtemel. Çünkü sık sık zikredilen 'player empowerment' tam olarak da bu. Oyun trendleri ve başarıya ulaşan yol zamanla farklılık gösterip evrimleşebilir ancak oyuncuların organizasyonların ve dolayısıyla ligin kaderine etki etme gücü, köklü bir reform yapılmadığı sürece baki kalacak.

Socrates Dergi