socratesXreflect_alt

Zaman Makinesi: 10 Maçta Kişisel Bir Dünya Kupası Tarihi

12 dk

Futbol tarihine meraklı biri olarak elbette Dünya Kupası’nın bendeki yeri ayrı. İngiltere 1966’dan beri tüm maçlarını izlediğim kupaların bana göre en güzel maçlarını seçtim. Hafızam kadar hard diskimin de yardımı oldu.

Teknolojinin, 2010’lardan itibaren yükselişine ‘uçuş’ demek daha doğru olur. Hızla değişen dünya, hızla değişen alışkanlıklar… Bu sürat bazı tezatlıklar da yaratıyor. Benim gibi moda, müzik ve sinemada 50 yıl önceki üretime hayran biri bile olsanız internet sizi tatmin edecek binlerce içerikle dolu. Futbol da bunlardan biri. Babamdan, dedemden ya da benden yaşça büyük insanlardan yıllarca masal gibi dinlediğim maçlar artık harddisklerimde alt başlıklarına ayrılmış şekilde duruyor. 60’lar, 70’ler, 80’ler; Şampiyon Kulüpler Kupası, Kupa Galipleri Kupası… Tek tek indirilmiş ve dosyalanmış şekilde çekmecemdeler. Koleksiyonun en önemli parçası da elbette Dünya Kupalarının olduğu hard disk.

1966’dan 2018’e bütün Dünya Kupası maçları orada. ABD 1994’ten itibaren tanıklık ettiğim maçları bir kez daha hatırlamak, öncesinde oynanan ve izleyemediklerimi de daha iyi öğrenmek için devamlı izledim. Retro futbol okyanusunda girmek isteyen fakat gözü korkanları “Ne seçeceğim?” stresinden uzak tutmak istedim. Tamamını izleyebildiğim ilk kupa olan İngiltere 1966’dan Brezilya 2014’e kadar -2018’de bana keyif veren bir maç yoktu- bende iz bırakan maçları seçmeye çalıştım.

Ölüm Grubu – 1970 Brezilya-İngiltere

Pele’nin pasında Carlos Alberto’nun golü ile perdenin indiği muhteşem final… ‘Yüzyılın Maçı’ olarak tarihe geçen İtalya ve Federal Almanya’nın yarı final mücadelesi -Sadece uzatmalardaki futbolu hesaba katarsak ilk sırada olabilirdi ama çok sıkıcı 90 dakikayı görmezden gelemezdim- ya da Alf Ramsey’in oyuncu değişiklikleri ile Federal Almanya’ya ikram ettiği çeyrek final… Meksika, 1970’te bu üç büyük maça ve çok büyük bir simgeye, Brezilya Milli Takımı’na ev sahipliği yaptı… Bana göre turnuvanın en keyifli maçında da elbette Pele ve arkadaşları vardı.

Brezilya, İngiltere, Çekoslovakya ve Romanya’nın bulunduğu 3. Grup, Meksikalı gazeteciler tarafından ‘Ölüm Grubu’ olarak adlandırılmıştı. Elbette kâğıt üzerindeki iki favorinin maçı da en çok beklenen mücadeleydi. 90 dakika boyunca o sıcağa rağmen harika mücadele etti iki takım. Brezilya, artık Avrupalılar kadar koşabildiklerini ve bunları yaparken de o doğal yeteneklerini sunabildiklerini kanıtlıyordu. Üstelik hücumcu bir sağ bek, pasör orta sahalar ve false 9 kullanıyorlardı. Büyüleyici 90 dakikada skoru belirleyen gol, tam da onların özetiydi. False 9 Tostao kanatta topu getirdi, Pele’yi gördü … ‘Kral’ da Jairzinho’ya klasına yakışır bir asist yaptı. Jairzinho, turnuvanın bütün maçlarında yaptığı gibi yine rakip fileleri bulmuştu…

Logo – 1974 Federal Almanya-Hollanda

Jerry West’in NBA Logosu’na ilham veren isim olduğunu öğrendiğimde “Vay be!” demiştim. Şampiyonluklar kadar olmasa da spor tarihine atılmış çok karizmatik bir imza. Eğer elimde olsaydı Dünya Kupası için de sabit bir logo yapabilirdim ya da en azından teklif ederdim: 1974 Dünya Kupası Finali’ne yan yana çıkan Johan Cruyff ve Franz Beckenbauer’in silüetleri…

1974 Dünya Kupası, futbolun dönüm noktalarından biriydi. Savaşın etkileri geçmiş, oyun artık modernleşmeye başlamıştı. Sistemler, stratejiler, bugünün futboluna ışık tutuyordu. Bu yeniliğin simgesi de Hollanda Milli Takımı’ydı ve tabii ki kaptanları Cruyff. Federal Almanya ise modern savunma oyuncularının öncüsü Franz Beckenbauer’in kaptanlığında sahaya çıkıyordu. Bu iki takımın Münih Olimpiyat Stadı’ndaki maçı da potansiyelini çimlere yansıttı. Cruyff, Total Futbol’un kısa bir video tanıtımını yaparak penaltı aldı ve Neeskens takımını öne geçirdi. Sonra Federal Almanya aldı kontrolü ve devre bitmeden öne geçti. Belki de kupa tarihinin en çekişmeli finali, Hollanda’nın ikinci yarıdaki golsüz baskısıyla son buluyordu. Alman kaleci Sepp Maier’in performansı “Modern dönemde kupa kazanmak için iyi bir kalecin olmalı” savını destekliyordu.

Zaman Makinesi – 1982 Brezilya-İtalya

“Duydun mu, zaman makinesini sonunda yapmışlar!” Biz Geleceğe Dönüş kuşağı, yıllarca bu haberi duymayı bekledik, birçoğumuz hâlâ da bekliyoruz. Bir gün o fantastik icada ulaşım imkânım olursa gideceğim tarih ve yer belli: 5 Temmuz 1982, Sarria Stadyumu…

Brezilya, 1982 Dünya Kupası’nda SSCB karşısına çıktığı ilk maçtan itibaren favoriydi. Falcao, Cerezo, Socrates ve Zico’lu orta saha kurgusu, sadece izleyenleri değil rakipleri de hipnoz ediyordu. İkinci gruplara çıktıklarında da benzer bir gösteri sunacakları konusunda hemen hemen herkes hemfikirdi. Ama 5 Temmuz günü başka bir hikâyenin ilk sayfası yazılacaktı…

2 yıl futbol oynamayan ve ligin bitimine birkaç maç kala sahalara dönen, büyük tartışmalara rağmen milli takıma alınan ama ilk 4 maçta hayalet gibi sahada gezen Paolo Rossi, o maçla birlikte kupanın kahramanı olacaktı. Rossi’nin üç golü, Conti ve Cabrini’nin futbolu, Zoff’un son dakikadaki kurtarışı, Brezilya’nın harika orta sahası, Sarria Stadı’nın Rio’ya çeviren Brezilya taraftarları… Her şeyiyle bir futbol romanı. Tıpkı birkaç gün sonra Sevilla’da oynanacak Fransa-Federal Almanya maçı gibi…

Kovalamaca – 1986 SSCB-Belçika

Elbette Meksika 1986 denince benim de aklıma birçokları gibi Maradona geliyor. Uruguay, İngiltere ve Belçika’ya karşı oynadığı maçlar… Ama iki takımın da oyunun ayrı bölümlerinde üstünlüğü aldığı ve bu çekişmenin skora da yansıdığı maç olarak ikinci turdaki Belçika-SSCB mücadelesinin bendeki yeri ayrı. Valeriy Lobanovski’nin sistemini, o sistemde presin ve Belanov’un kullanılışını görmek adına en uygun maçlardan biri. Öbür tarafta da gruplardan güç bela çıkan ama bu maçla birlikte tarihe geçme yolculuğuna çıkan Belçika var. 120 dakika içinde avantajın iki tarafa da geçtiği maç, 4-3’lük skorla bitmeseydi bile sahadaki o tempo yine de izleyicileri memnun ederdi, bundan eminim.

Klasik – 1990 Federal Almanya-İngiltere

İngiltere-Almanya maçları için ‘klasik’ demek yanlış olmaz. 1966’daki final ve o tartışma, 1986’da Maradona’nın ‘uyanıklığı’ ve ikinci goldeki sihri akıllarda. Beni en çok etkileyen ‘klasik’ ise 1990 yarı finalindeki randevu. 3’lü savunma yapan, hücumcu bekler ve yetenekli orta sahalar kullanan iki modern takımın mücadelesinde skordan bağımsız sahadaki tempo yeterince etkileyici. Üstelik İngiltere antrenör Bobby Robson sadece üçlü merkez savunma ile kalıpları kırmıyor. Waddle, Platt, Gascoigne, Beardsley gibi Ada futbolunda çok da göremeyeceğiniz tipteki dâhilere de şans veriyor. Eskimeyen bir şey var: İngilizlerin penaltı kâbusu. O maçtan sonra İngiltere’de bir ikona dönüşecek olan Gascoigne’nin gözyaşlarını da unutmayalım.

Sürpriz Son – 1994 Brezilya-Hollanda

1994, nihayet izleyebildiğim ilk kupaydı. Birçokları ‘sıkıcı’ olarak hatırlıyor, ki haklılar da. Elbette İsveç ve Bulgaristan’ın çıkışı, Roberto Baggio’nun resitali ve çöküşü güzel hikayeler barındırıyor. Ama turnuvanın başrolündeki Romario ve onun Brezilyası’nın yarı final bileti aldığı Hollanda maçı iki tarafın da futbol iştahını sahaya koymaları açısından özel.

10 dakikada bulduğu gollerle 2-0 öne geçen Brezilya’da Bebeto’nun gol sevinci bile bu maçı unutulmaz kılabilirdi ama devamı da geldi. Hollanda durumu eşitledi ve Brezilya’nın dengesini bozdu. Sonlara doğru sürpriz bir isim maça noktayı koydu. Brezilyalı sol bek Branco, iğne deliğinden geçen frikiği ile skoru belirledi. Biz televizyon başındaki izleyiciler ise golün tekrarında Romario’nun zarafetini yine sergilediğini gördük. O deliği açan bel hareketi, asist değerindeydi.

Mağlubun Zaferi – 1998 Brezilya-Danimarka

Eski dünyanın son kupası… Dünya, 2000’lerle beraber muazzam bir hızla değişmeden hemen önce 1998 Dünya Kupası’na tanıklık ettik. Sponsorlar, yayıncılıktaki gelişmeler, ‘yeni’ adına ipuçları veriyordu ama sahada eskiye ait çok şey vardı. Turnuvanın -final maçıyla birlikte- yıldızı Zinedine Zidane, 10 numara ekolünün ürünüydü. Finale kadarki ikon Ronaldo ise Brezilya’nın ‘jogabonito’sunun bir parçası. Birçok takımda bu gibi benzerlikler çıkarabiliriz. Bütün bunlar, 1974’le başlayan evrimin son evresini oluşturdu ve dolayısıyla eski usul zevkli Dünya Kupası maçları izletti. Arjantin’in İngiltere ve Hollanda ile oynadığı karşılaşmalar, Hollanda’nın Brezilya sınavı, Hırvatların yükselişi… Beni en çok heyecanlandıran ise Danimarka ve Brezilya arasındaki çeyrek final mücadelesi olmuştu. Eski model sertlik, eski model muazzam doğal yeteneklere sahip 10 numaralar, tempolu oyun ve bol gol… Kaybeden için üzülüp, onları galip sayacağınız o maçlardan biri…

Çığlık 2 – 2006 Almanya-İtalya

1982’de Brezilya-İtalya ve Fransa-Federal Almanya arasında oynanan iki maç için zaman makinesinin haberini bekliyorum. Kupa tarihinde etkisinden çıkamadığım bir maçı da 20 yaşımda yaşadım. Gençler seviyesinde 1990’ların başından itibaren büyük işler yapan ama bu başarıyı 1982’den beri A Milli Takım seviyesinde taçlandıramayan İtalya, 2006 Dünya Kupası’nda Avustralya maçı gibi zorlu virajları geçip yarı finale gelmişti. Zorluk sadece sahadakilerden ibaret değildi. Calciopoli Skandalı, birçok futbolcunun arkadaşı olan eski milli futbolcu Gianluca Pessotto’nun intihar teşebbüsü, futbolcuların skandal sonrası kulüplerindeki geleceği… Marcelo Lippi’nin uğraşması gereken çok şey vardı.

Diğer tarafta ise 1990’dan beri futbolseverlerin yavaş yavaş soğuduğu Almanya yerini almıştı. Özellikle 2000 ve 2004 Avrupa Şampiyonalarındaki performansları, onları yeni dünyaya ayak uyduramayan ihtiyarlardan biri yapmıştı. Ama 2000’lerin başında yeniden yapılandılar ve nihayet 2006’da kendi evlerindeki kupada umut vermeye başladılar. Almanya, seyircisiyle barışmıştı ama karşısında tarihleri boyunca büyük turnuvalarda yenemedikleri İtalya vardı…

Evet, kabul ediyorum. Ben bir İtalyan futbolu hayranıyım ama bu yarı finali Almanya kazansaydı da bu maç, bu listede olurdu. Normal süresi 0-0 bitse de temposu muazzamdı bir kere -Sadece ilk heyecanla izlediğimde değil, sonraları harddisk’ime başvurduğum her anda bana keyif veriyor.- Bir diğer büyüleyici olma sebebi de iki takımın da bölüm bölüm farklı mevkilerle üstünlük sağlamaları. Bazen kaleciler sahneye çıkıyor, bazen Fabio Cannavaro resital sunuyor, Podolski yeteneklerini konuşturuyor, Lippi o meşhur hamlelerini yapıyor… Iaquinta gibi bir oyuncu Lahm’ın bindirmelerinin panzehri oluyor…

Ve son… Grosso’nun harika falsosu İtalya’yı öne geçirip 1982 Finali’ndeki ‘Tardelli Çığlığı’ sevincini tekrarlamıştı. Ben de o goller birlikte tam karşımdaki banyo kapısına doğru bir “İlhan Çığlığı’ koparmıştım. Döndüğümde ise Gilardino gole gidiyordu. O herkesin hatırlamadığı pasör özelliğini kullandı ve son imzayı Alessandro Del Piero, kendisine yakışan bir zarafetle attı. Yok yok, zaman makinesi bir an önce bulunmalı!

Gözyaşı – 2010 Gana-Uruguay

Bir Afrika takımının şampiyon olması… 1990’da Kamerun’un performansı, onları bu hayalin başkahramanı yaptı. Sonra Nijerya çıktı sahneye. Onları Senegal takip etti. Ama değil kupaya yarı finale ulaşan bir Afrika takımı çıkamadı. Gana, 2010’da hem de Güney Afrika’da buna çok yaklaştı. Muntari’nin ilk yarının sonlarında attığı akıldışı gol, hepimize “Bu sefer olacak” dedirtti. Forlan, ikinci yarıda Uruguay adına berberliği sağladığında bile Gana için ümitliydik. Luis Suarez’in gole giden topa eliyle müdahale ettiğinde artık uzatmaların son dakikaları oynanıyordu. Ekrana daha da yaklaştık, kutlamaya hazırdık. Ama olmadı. Asamoah Gyan, topu direğe nişanladı. Sonrasını eğer maçı izlememişseniz bile tahmin etmek zor olmamalı. Bu kadar kritik bir penaltı kaçıran bir takım, futbolun sinir harbi olan seri penaltılarda ne kadar başarılı olabilir ki? Abreu’nun Panenka’sıyla Gana için veda şarkısı çalmaya başlamıştı.

Türbülans – 2014 Brezilya-Almanya

8 Temmuz 2014… Artık Dünya Kupası’nın tam da içinde Brezilya’da, Sao Paulo’dayım. Aspicuelta Meydanı’na doğru hızlı adımlarla yürüyordum. Rio’daki Brezilya-Almanya maçının başlama vuruşunu 10-15 dakikayla kaçıracak gibiydim. Tesellim hazırdı; Dünya Kupası yarı finalinin ilk 15 dakikasında en fazla ne olabilirdi ki? Bir gol… Belki bir kırmızı kart… Metroda tanıştığım müziksever Brezilyalı ile Jorge Ben sohbetini biraz uzun tutunca varış sürem biraz daha uzadı. Meydana ayak bastığımda 20’li dakikalara gelinmiş ve tahminlerimden biri gerçekleşmişti: O tek gol, Almanya’da gelmişti. Ama biraz sonra Klose’nin attığı ikinci Almanya golünden sonrasını tahmin edebilen biri var mıydı, bilmiyorum…

Art arda atılan dört gol ile Almanya bir anda 5-0 öne geçmişti. Sahada dünyanın en büyük yeteneklerinden bazılarına sahip Brezilya’dan çok fantastik olaylar sonucu Dünya Kupası yarı finalinde sahaya çıkmış bir amatör takım var gibiydi. Düzensiz, telaşlı ve her golden sonra son sürat uçuruma giden bir futbol takımı. Buna, gözyaşları ve çığlıklarla eşlik eden Brezilya taraftarı da eklenince kendimi bir futbol türbülansının içinde bulmuştum. Her şey gerçek dışıydı. Maç da ona yakışır bir skorla bitti: Brezilya 1-Almanya 7. Canlı tanık olsam da harddiske atmakta fayda var. Dosya oluştur: 2014 Dünya Kupası…

Socrates Dergi