
Uyanma Vakti
12 dk
Sosyal medya çağında spor müsabakası izlemek meşakkatli bir iş. Sabrımız mı azaldı, yoksa alternatifler mi çoğaldı?
Yıllar sonra "Euro 2020'yi nasıl hatırlıyorsun?" diye bir soru sorulacak olsa iki cevabım olur: Birincisi, pandemi nedeniyle 2021'de oynanması. İkincisi, en az iki maçın uzatma devrelerinde uyuyakalıp penaltılar sırasında uyandığım veya uyandırıldığım turnuva olması. İkincisini "Kırklı yaşlarına hoş geldin" diye karşılayanlar olacaktır. Ancak sorunun sadece benim gibi yaşlanmaya başlayanlarla ilgili olmadığı hakkında bolca veri ve izlenim var. Hayatın her alanında dikkat dağınıklığı ve odaklanma sorunu yaşadığımız gibi spor müsabakalarını izleme deneyiminde de ciddi bir savrulma yaşıyoruz. Bu sorun, sosyal medyanın olduğu bir dünyaya doğup büyümüş nesiller söz konusu olduğunda daha da derinleşiyor.
Benim gibi 1980'lerde çocukluğunu geçirmiş olanlar için televizyon, günün ancak belirli bir saatinde bize ait içerikler barındırabilirdi. Henüz tematik kanallar açılmamıştı ve TRT kanalları günün belli saatlerinde belli yaş gruplarına hitap eden yayınlar yapıyordu. Sevdiğimiz bir çizgi filmden sonra "Hanımlar Sizin İçin" diye bir program başladığından ister istemez ekranı bırakıp oyuna geri dönerdik. Bazen de ekranı bırakmaz, sabreder, ilkin ilgimizi çekmese de izler ve sonunda belki de severdik. Bu sayede o saatte başka bir şey olmadığı için tarım programları izleyerek süne zararlılarıyla mücadele yöntemlerini özümseyenler de oldu; dolmuşta Ferdi Tayfur'la kederlenip Pazar Konseri'nde Bach ile ağlayanlar da. İşte bugün pek ilgi duyulmayan spor dallarına, bir zamanlar yoğun ilgi duyulması da temelde bununla ilgiliydi. Çünkü o saat diliminde ne sunuluyorsa onu izliyorduk.
Yeni medya ile ilgili etkinliklerde konuşmacı olduğumda sık sorduğum bir soru var: "Bana aktif bir buz pateni sporcusu söyler misiniz?"
Cevabını kendimin de bilmediği bu soruya hiç cevap alamadım. Oysa bu soruyu 1980'lerin Türkiyesi'nde, sokak röportajında bile sorsanız en azından bir Katarina Witt yanıtı alırdınız. Çünkü alternatifin hiç olmadığı ortamda devletin kanalı artistik patinaj müsabakalarını canlı yayımlayabiliyordu. Şu anda olimpiyat oyunlarından bile konuyla çok ilgili olmayanların haberi olmuyor. Dünya ölçeğinde baktığımızda da seksenlerdeki kablo TV yıllarına (bize çok daha geç geldi) kadar aşağı yukarı böyle gidiyor. Sonra 1985'teki uzaktan kumanda patlaması izleme deneyimlerinde yeni bir çağ başlatıyor. Zapping Çağı diye adlandırılan bu çağ, televizyon dizilerinin formüllerine dek her şeyi değiştirse de spor yayınları için büyük bir tehlike oluşturmuyordu.
Canlı spor müsabakalarına olan ilgi için asıl tehlike haz rekabeti olacaktı. Çünkü sosyal medya ile hayatımıza giren sadece yeni bir izleme ve paylaşma deneyimi değil. Onda kendimizi gerçekleştirme fırsatı ve ödül mekanizması da var. 2004 yılında kurulan Facebook'un en önemli sıçramalarından birini 2009'da icat edilen 'like' tuşuyla yaptığını hatırlayalım. Artık desteklediğimiz bir sporcu veya takımın elde ettiği başarıyla aldığımız hazzı, maç sırasında attığımız bir 'post' veya tweet'in aldığı etkileşimle katlayabiliriz. Yani bir canlı spor müsabakası izleme deneyimi hâlâ varsa, bunun müsabaka ekranı ve sosyal medya ekranı şeklinde en az iki ekranlı olması kaçınılmaz.

Peki sosyal medya platformları bu ödül mekanizmalarına neden ihtiyaç duydu? Bu sorunun en temel yanıtı rekabet. Bugün nasıl başarılı internet videolarının formülü, "İlk beş veya en fazla ilk yedi saniyede dikkat çekici bir şey olmalı" diye özetleniyorsa, bir sosyal medya platformu akışı için de her kullanıcıya yedi saniyede bir ilgi çekici bir şeyler göstermek esas. Aksi takdirde parmağınız anında rakip bir platforma kayabilir. Zaten sık sık tartışma konusu olan algoritmalar da tamamen parmağınızın başka bir platforma kaymasını önlemekle ilgili. Çünkü bir sosyal medya platformunda kaldığınız her bir saniye daha fazla reklam görüyor ve o kadar fazla veri bırakıyoruz. Bu herkes için geçerli olduğu için, herkese kendi ilgi alanlarına göre farklı bir akış göstermek gerekiyor. Böyle olunca geçmişten farklı olarak, bir maçın rakibi başka bir maç değil, viralleşmiş komik bir bebek videosu olabiliyor. Rekabet böyle oluşunca, örneğin bir yalana inanmaya meyilliyseniz, algoritmalar sayesinde tamamen o yalanın dümen suyunda bile ilerleyebiliyorsunuz.
Futbol takımları risk almamak için uzatma devrelerinde oyunu tatsızlaştırabilir ama algoritmik rekabet bunu affetmeyecektir. Bununla birlikte futbolla ilgili olduğunuza ikna olmuş bir algoritma size bıktırana kadar futbol içeriği de gösterebilir. Belki spor müsabakalarını sonuna kadar sabırla izleyememenin ardında bile bu algoritmik içerik sağanağı olabilir.
Dağınık Zihin (Adam Gazzaley, Larry Rosen, Metis Yayınları, 2019) kitabının da yazarlarından olan Larry Rosen'ın California Üniversitesi'nde, ortaokuldan üniversiteye öğrenciler üzerinde yaptığı bir çalışmaya göre, öğrenciler 'çok önemli bir konuyu öğrenmekte olduklarının bilincinde olsalar dahi' üç ila beş dakikadan fazla odaklanamıyorlar. Dersler çok önemli bile olsa bazen çok sıkıcı olabilir. Odağımızı daha keyifli şeylere kaydıralım. Orada da araştırmalar farklı bir şey söylemiyor. ABD'de genç kuşaklara ilişkin araştırmalar yaparak içgörü sağlayan Ypulse'nin bir araştırmasına göre 13-37 yaş grubundaki katılımcıların yüzde 70'i "Spor müsabakalarını canlı izlememe gerek yok" ifadesine katılıyor. Yine aynı yaş grubu için ABD'deki TV raporları, canlı maç izleme sürelerinin 2016'dan 2019'a yüzde 65 düştüğünü gösteriyor. ABD ile Avrupa farklı desek dahi sosyal medyanın giderek aynılaştırdığı dünyada, rakamlar ancak belli oranda farklı olabilir. Yani düşüş trendinin benzer olduğunu tahmin etmek zor değil.
Burada şu yanılgıya düşmemek gerek. Kaybolan ilgi daha çok canlı ve sonuna dek izleme deneyimiyle ilgili. Yani aslında spora olan ilgide bir düşüş görünmüyor. Çünkü video yönetim platformu Imagen'in verilerine göre; genç kuşaklar, 'boomer'lara göre dört kat daha fazla canlı müsabaka dışı spor içeriği izliyor. Bunların yüzde 78'i de yukarıda bahsettiğimiz gibi iki ekranlı izlemeyi tercih ediyor. Tüm bu veriden çıkan iki sonuç var: Canlı müsabaka izleme deneyimi zenginleştirilmeli ve oyun bittikten sonra onunla ilgili hazırlanacak içerik hedef kitleye uygun olarak çeşitlendirilebilmeli. Socialmediahq.com'dan Christian Zilles, üç saatlik beyzbol maçlarını izlemeyen Z kuşağı üyelerinin ESPN'in maç öncesi ve sonrası deneyimleri sosyal medyaya uygun hale getiren şovları sayesinde yeniden izler hale geldiğini vurguluyor. Dolayısıyla oyunun şeklinden izleme deneyiminin zenginleştirilmesine kadar alınması gereken çok yol, yapılması gereken çok deney var. O yüzden başlamadan biten Avrupa Süper Ligi projesi belki yanlış bir fikirdi ama çıkış noktaları arasında olan "Gençler artık maç izlemiyor" endişesi yersiz değildi.

Oyunun şekli ve süresi konumuz değil. Onu hariç bırakırsak, yayıncı kuruluşların sadece geleneksel yayın odaklı düşündüğü dünyada canlı spora olan ilginin düşüşü de sürpriz sayılmaz. Verilerle açıkladığımız gibi ABD'de canlı izlemede düşüş var ama mücadele de var. NBA'in Z kuşağının ilgisini fazlasıyla kendine çeken OTT (Over The Top) içerik stratejisi dağılan ilgiyi toplamak için bir örnek. OTT sayesinde sağlanan ve kitlesine ulaşan kısa videolar öylesine etkili ki eşzamanlı dikkat çekip maçın belirli bir anına erişim satın aldırmaya kadar varabiliyor. ABD'nin ve Avrupa'nın spora yaklaşımı farklı olsa da başarıyı yadsımamak gerek. Çünkü geleneksel yayıncılıkta maç bittikten sonra içerik öyle değersizleşiyor ki doksan saniyelik bir şişirme özetle yetiniliyor ve anları parlatmak üzerine pek düşünülmüyor.
İnteraktif izleme ekranları henüz yeterince denenmiş örnekler bile değil. Bir müsabakayı aynı anda milyonlarca kişinin yorumuna açmaktan söz etmiyorum ama katılımcı kontenjanlı, kontrollü farklı gruplarla, farklı izleme ve etkileşim sağlama kombinasyonları neden denenmiyor? Örneğin kullanıcılar interaktif izleme ekranında yaptığı bir yorumla tıpkı sosyal medya platformlarında olduğu gibi etkileşimle ödüllendirilemez mi? Örneğin, belli sayıda arkadaş maçı ortak satın alıp ve kendilerine özel açılan maç ekranında yorumlarını yazarak birlikte izleyemez mi? İşler veya işlemez ama yenilikçi birçok deney gerekiyor.
Türkiye ve futbol özelinde bakacak olursak, elimizde tek bir yayıncı kuruluş, onun geleneksel yayını ve o yayının aynısının dijital mecraya aktarılması var. Bunun çağımızda çok sürdürülebilir olmadığı açık. Evet, dikkatimiz sosyal medya yüzünden dağıldı, sabrımız azaldı ve bunu araştırmalar da destekliyor. Bu toplumsal bir problem ve üzerine düşünmeliyiz. Ancak canlı spor yayıncılığının bunu bahane ederek yüz yıldır yapılanın aynısını yapmaya devam etmesi de doğru değil. Tam tersine yayıncıların perspektifi "Belki izleyici eskiden de sabırlı değildi, sadece alternatif azdı" şeklinde olmalı. Böyle bakınca her bir sporun ve o spora özel yayıncılığın kendi yeni medya devrimini yapması gerekiyor. Ekranlardan yorulduk belki ama rekabete dayanan mücadeleleri takipten hiç vazgeçmeyeceğiz. Unutmayalım ki radyodan, hiç görmeden maç dinleyip heyecanlanabildiğimiz günlerden geldik buraya.