socratesXreflect_alt

Nadal'dan Öğreneceklerimiz

10 dk

Rafael Nadal, 36 yaşında 14. Roland Garros şampiyonluğun ardından hâlâ birçok başlığın öznesi ve hâlâ oynadığı oyunla anlatacakları var.

*Rafael Nadal hakkında kaleme alınan bu yazı John Blake tarafından ilk olarak CNN'de yayımlanmıştır.

Sporun karakterinizi ortaya çıkardığı söylenir. Ama spor, aynı zamanda dünya ve yaşam görüşünüzün, felsefenizin de göstergesi olur. Bunun başlıca örneklerinden biri ise Rafael Nadal. O, sadece korttaki bir gladyatör değil. Aynı zamanda yürekten bir filozof…

Nadal’ın tenisteki sicilini bilirsiniz. 22 Grand Slam şampiyonluğu ve 14 Fransa Açık şampiyonluğu… Müthiş top-spin forehand’i, çılgınca gücü ve bitmeyen hırsı ve enerjisiyle bu sporda bir devrim yarattı. Tartışmaya açık şekilde tüm zamanların en büyük tenisçisi...

Ancak Nadal’ı diğer büyük rakiplerinden ayıran şey düşünce yapısı. Fiziksel acıya dayanıklılığı, devasa sakatlıkları aşabilmesi, maçlarda yaşadığı problemleri çözümleyebilmesi onun yüceliğinin göstergeleri. Kazansa da kaybetse de rekabetten içgüdüsel bir zevk aldığını herkese gösteriyor.

Teniste ve yaşamda karşımıza pek sık çıkmayan bir yaklaşımı vardır. Bir spor yazarı bunu “mütevazilik, empati ve bakış açısı modeli” olarak açıklamıştı. Son Fransa Açık maçını çoktan oynamış olma ihtimali olan Nadal; Aristo, Konfüçyüs ve Stoacılar tarafından öğretilen ve benimsenen erdemlerin çoğunu bünyesinde taşıyor. Ondan alabileceğiniz dört ders var. Tenis oynasanız da oynamasanız da…

Ders 1: Acılarınızı Kucaklayın

An: Rafael Nadal, bu senenin ilk yarısında kaburgalarındaki bir stres kırığından yaşadığı sakatlık yüzünden korta ancak mayıs ayında Madrid Açık’ta çıkabildi. Sakatlığın ortaya çıktığı maçta ise maçtan çekilmek yerini tüm maçı oynamayı kabul etti.

O turnuvadaki rakibi David Goffin, dört kez maç için servis atmasına rağmen, Nadal üç saat on dakika süren mücadeleyi kazanmıştı. Maçın ardından söyledikleri ise şundan ibaretti: “Defalarca söylemişimdir. Bu tür anları yaşamayı öğrenmek zorundasınız. Hatta bu ıstıraptan keyif almalısınız. Bunun için çalışıyoruz. Bunun gibi heyecan verici anlar için…”

Anlamı: Nadal varsıl bir ailede, Güney İspanya açıklarında bir tatil adası olan Mallorca’da dünyaya gelmişti. Profesyonel tenis dünyasına girerken uzak yerlerdeki küçük turnuvalara katılmak için ucuz otellerde konaklamak zorunda değildi. Böyle bir şeyle mücadele etmedi.

O, geleneksel manada hiç acı çekmemiş bir gençlik mucizesiydi. Ancak yine de Nadal kadar kendi özünü inkar eden ve bu acı çekme sürecinden onun kadar keşişvari biçimde zevk alan ikinci bir sporcu yok. Tüm kariyeri boyunca acıyla beraber yol yürüdü. Tenis tarihinin en zorlu ve yorucu maçlarında mücadele edip dayanıklılığın mutlak bir gereksinim olduğu toprak korttlarda üstünlüğünü kanıtladı. Acı çekmekten zevk aldığını da birçok röportajında tekrar etmeye devam ediyor.

Penn State Üniversitesi’nde kinesiyoloji ve felsefe alanlarında doçent doktor olarak çalışan Francisco Javier Lopez Frias, bu gibi durumların birçok felsefi gelenekte bir tema olduğunu söylüyor. Acı çekmenin erdemli bir ahlaki karakter gelişimindeki önemli rolü…

Frias’ın aktardıklarına göre, Aristo’nun da içinde bulunduğu birçok filozofun söylediği şundan ibaret: “Acı çekmek pek çok kez ahlaki olarak iyi eylemlere eşlik eder. Hatta en değerli ahlaki seçimler mütemadiyen acı içerir.”

Frias, “Sporcular genellikle acı çekmeyi araçsal ve özünde iyi deneyimler olarak görüyorlar.” diyor ve ekliyor: "Bir sporcunun sonuna kadar savaşmasını gerektiren bir zafer, daha az acı içeren bir zaferden daha değerli görülür. Rafael Nadal da sporcuların deneyimlerinde acının yerini ve önemini inceleyen filozoflar için mükemmel bir vaka çalışması. Acı verici durumlarda elde edilen zaferlere daha fazla değer veriyor gibi görünüyor."

Ders 2: Ritüellerin Önemi

An: 2015 Avustralya Açık’ta beklemedik bir şey olduğunda Rafael Nadal zafere yaklaşmış vaziyetteydi. Sandalyesinin yanına santimi santimine yerleştirdiği su şişeleri devrilmişti. Top-toplayıcı çocuklardan biri şimşek gibi yetişti ve titizlikle, yani etiketleri korta dönük şekilde şişeleri yerlerine koydu. Durumun farkına varan Nadal izleyicilerle birlikte gülmeye başlamıştı çünkü işelerle ilgili rutini haline getirdiği hareket, onun çok bilinen tiklerinden biriydi.

Bu durum bir gazetede “Nadal’ın Garip Alışkanlıkları” diye 19 maddelik bir makaleye konu dahi olmuştu. Makalenin içeriğinde korta çıkarken daima elinde raketini tutması, saha değişiminde daima rakibinin geçmesini beklemesi ve servis esnasında orası burasıyla oynaması gibi şeyler vardı.

Bir keresinde şöyle diyordu: “İki şişeyi ayaklarımın dibine, birini sandalyemin sol tarafına, diğerini ise öbür köşeye koydum. Bazıları bunun batıl inanç olduğunu düşünüyor ama değil. Eğer bu, batıl inanç olsaydı kaybettiğim maçlardan sonra bunu tekrarlamaya neden devam edeyim ki? Bu kendimi maça hazırlamamla ilgili tercih ettiğim bir yol. Maça göre oyunumu planlıyor, oyuna göre de çevremi hazırlıyorum.

Anlamı: Çin’in yüce bilgesi Konfüçyüs, herhalde Nadal’a çak yapar ve onu kutlardı. Beşinci yüzyılda yaşamış bu adam, güzel bir yaşam sürdürmek için alışkanlıkların önemini ve geliştirilmesini vurgulamıştı. Örnek vermek gerekirse; oturmadan önce minderini düzeltmek, yemek yerken ise asla bir öğreti hakkında konuşmamak gibi şeyler. Hayatımızdaki küçük alışkanlıkların iyi bir karakterin oluşumunda rolünün olduğunu söylerdi.

Nadal’ın durumunda ise bu küçük alışkanlıklar onun stres dolu anlarda sakin kalmasına yardımcı oluyor. Başkaları da bu tarz küçük alışkanlıkları kendi yaşamlarında geçerli kılabilir.

Konfüçyüs’e göre ritüeller dönüştürücüdür. Michael Puett ve Christine Gross-Loh’un The Path: What Chinese Philosophers Can Teach Us About the Good Life adını verdikleri kitaplarında değindiklerine göre “Ritüeller bir anlığına da olsa farklı insanlar olmamıza sağlıyor ve sıradan hayatlarımıza alternatif bir gerçeklik getiriyor.

“Konfüçyüs sadece titiz olduğu için minderini düzeltmiyordu” diye sürüyordu yazıları: “Minder düzeltmek gibi davranışların insanların yaşantılarını derinden etkilediğini algılamıştı. Bunu günlük yaşamımızda yemek masamızı kurmak için yaptıklarımızla özdeşleştirebiliriz: Çatalımızı, bıçağımızı, peçetemizi yerleştirmek, bir mum yakmak gibi hareketler bizim ve birlikte olduklarımızın, rutin günlük yaşantımızdan çıkıp alternatif bir gerçeğe adım atabilmesini sağlar.”

Koçfüsyüs hakkında da şöyle diyorlardı: “Sadece minderinin düzgün görünmesini sevdiği için düzeltmiyordu. İnsanların oturacakları yeri ayarlamak gibi küçük görünen eylemlerin onları derinden etkileyebilecek farklı bir ortam yaratacağını çoktan anlamıştı Minder ritüelinin günümüzdeki karşılığı, akşam yemeği rutinlerimiz olabilir: Sofrayı kurarken, altlıklarımızı ve peçetelerimizi koyarken hatta mumları yakmamız… Sıradan hale gelmiş hayatlarımızdan çıkıp kendimiz ve yanımızda olanlar için alternatif bir gerçeklik yaratırız.”

Ders 3: Alçakgönüllü Ol

An: 2010 Amerika Açık’ta 24 yaşındaki Nadal şampiyon olurken dört Grand Slam’i de kazanan en genç raketler arasına giriyordu. Maçtan sonra kendisini en büyük rakibi Federer’den üstün görüp görmediği sorulduğunda böyle söylemleri aptalca bulduğunu zira Federer’in üstünlüğünün aşikâr olduğunu söyleyecekti.

Bazı sporcular, ünlerini özgüvenleri üzerine inşa ederler. Muhammed Ali “en büyük” olduğunu beyan ederdi. Michael Jordan ise bire bir mücadeledeki üstünlüğünden hep keyif alırdı. Nadal’ın üstünlüğünü tek bir kelimeyle ifade etmek istersek bunun adı alçakgönüllülük olurdu. Tüm kariyerinin teması bu.

Başarılarından nadiren bahseder, rakiplerini küçük görmeye yanaşmaz, yanında kalabalık bir arkadaş grubu olmadan seyahat eder, maçlardan sonra kortta kalıp imza dağıtır... Bu itibar, Nadal'ın dört yıl üst üste turdaki arkadaşları tarafından Stefan Edberg Sportmenlik Ödülü’ne layık görülmesinin nedeni.

Bir basın toplantısında “İnsanlar bu tevazu işini bazen abartıyorlar.” demiş ve eklemişti: “Bu sadece kim olduğunuzu, nerede olduğunuzu ve siz olmadan da dünyanın aynı şekilde döneceğinin bilincinde olmanızla alakalı bir şey.”

Anlamı: Frias, alçakgönüllülüğün öneminin Aristo veya Thomas Aquinas gibi Hıristiyan düşünürlere kadar uzanabileceğini söylüyor ve şöyle diyor: “Bir konuda ihtiyat sergileyenler, iştahlarının hem eylemlerini tam olarak kontrol etmesine hem de iştahlarının eylemleriyle alakasız olmasına engel olur. Aristo gibi, Aquinas da alçakgönüllülüğü, Tanrı'nın bize verdiği sınırları kabul ederek kapasitemize uygun olanı dileme yeteneğiyle ilişkilendirir.”

“Yine, alçakgönüllülük ve çilecilik el eledir. Çileci bireyler, iştahlarını kontrol altında tutmak ve gerçekten önemli olan şeye konsantre olmak için kendilerini disipline ederler. Nadal da alçakgönüllülüğü hayatına uygularken ahlaki karakterinin çileci özelliklerini pekiştiriyor.”

Ders 4: Kontrol Edemedikleriniz İçin Endişelenmeyin

An: Nadal ile Federer arasındaki 2008 Wimbledon Finali tarihin en iyi maçı olarak bilinir. Maçta her şey vardı: Dudak uçuklatan vuruşlar, yağmur araları ve Wimbledon Merkez Kort’unda batan güneşle birlikte fevkalade dramatik bir son.

Bu Nadal’ın neredeyse mağlup olacağı bir maçtı. 2-0 geride olan Federer’in fırtına gibi dönüp setleri eşitlemesiyle herkes Nadal’ın duygusal anlamda çökeceğini sandı. Ancak maç içinde koçu ve amcası olan Toni Nadal’a sesleniyordu: “Rahatla. Bu maçı kaybetmeyeceğim. Federer belki kazanacak ama kaybeden ben olmayacağım.”

Anlamı: Bu Nadal alıntısı, Antik Yunan'da doğan ve öz-ustalığı, erdemi ve kontrol edemediğimiz şeylere karşı kayıtsızlığı kucaklayan bir felsefi anlayışa işaret eden Stoacılığın bilgeliğini ortaya koyuyor.

Nadal, kariyerindeki iniş-çıkışlara ve elde ettiği şöhrete karşı bu stoacı yaklaşımı hep benimsedi. Bu belki de rakiplerinin fevkinde bir mücadele sergilemesinin, çoğu rakibi emekli olmuşken sahada kalabilmesinin, kendi vücudunu çok zorladığı için otuzunu aşmadan emekli olacağını ifade edenlere meydan okuyabilmesinin sebebidir.

Frias şöyle diyor: “Nadal maçlara olabildiğince sabırlı yaklaşıyor. Maçın sonucunu kontrol edemediğini kabul ediyor. Maçın sonucu, şans ve rakiplerin performansı dahil olmak üzere birçok değişkene bağlı. Kendi performansı bile tümüyle elinde değil. Sakatlanabilir ya da rakibinin üstün performansı onu yok edebilir. Ama bunların dışında iki faktörün kontrolü elindedir: Adanmışlık ve çaba.”

Frias, Nadal'ın felsefesinin rakibine nasıl baktığını da yansıttığını söylüyor. Nadal, sporu "mükemmellik için karşılıklı bir arayış" olarak görüyor. “Bu şekilde bakacak olursak, spor sadece bir kazananın olduğu sıfır toplamlı bir rekabet alanı değildir. Aksine, o rekabetin parçası olan herkes bundan yarar sağlar. Maç sonlarında rakiplerini yücelttiğine ve onlarla mücadele etmekten duyduğu tatmini az mı işittik? Yenildiğinde bile…”

Günü geldiğinde zaman herkesi öğütecektir. Roland Garros ya da diğer Grand Slam turnuvalarında her zaman onu tehdit eden gençler olacaktır. Ne olursa olsun bir sonuç mutlak. Kazansın ya da kaybetsin, Nadal sadece bir sporcu olarak değil, bir filozof olarak kabul görecek. Alçakgönüllü, itidalli ve mükemmelli ararken acıdan zevk alan biri gibi…

Çeviri: Bekir Emre

Socrates Dergi