socratesXreflect_alt

Hiç Kimsenin, Yağmurun Bile Böyle Elleri Yoktur

14 dk

Nikola Jokic konuşmayı çok sevmiyor. Sessiz sedasız, kendi halinde bir yıldız. Fakat oyunu çok geveze. Size farklı bir dünyadan, başka bir basketboldan sesleniyor.

- 1 -

Nikola Jokic, Aaron Gordon'a sağ eliyle işaret yapıyor: "Aaron, gelsene." Top bir süredir Sırp pivotun elinde, serbest atış çizgisinin sağından, sırtı dönük şekilde oyunu kuruyor. Ve resmen konuşuyor. Elleriyle. Ona bakan, ne yapacağını bekleyen dört takım arkadaşından Gordon'ı seçiyor ve "İçeri koş" talimatını veriyor. Gordon dinleyecek, sol forvetten potaya doğru saldıracak. Ama savunma da aptal değil, Gordon'a boş turnike vermek istemiyorlar ve o boşluğu kapatacaklar. Hoş, zaten Jokic'in amacı başka. Portland Trail Blazers'ın, Aaron Gordon'ın boş turnikesini engellemeye uğraşırken Michael Porter Jr.'ı unutacağını düşünüyor. Haklı da… Gordon içeriye girerken MPJ köşeye çıkıyor ve liderinden, her şeyi ve herkesi kafasındaki bir satranç tahtasına yerleştiren Nikola Jokic'ten, üç kişiyi aşan bir pas alıyor. Gerisini tahmin edersiniz. Üçlük ve zafer.

Denver Nuggets için kutlama zamanı. Eğer 1 Haziran 2021'deki o maçı hatırlıyorsanız, her şeyin nasıl da ince bir çizgide yürüdüğünü hatırlarsınız. Bahsi geçen pozisyon yaşanırken ikinci uzatmanın bitimine 1 dakika 35 saniye vardı. Nuggets önceki maçı kaybetmişti ve 2021 Batı Konferansı Play-off ilk turunda seri 2-2'ye gelmişti. Beşinci maç devasa bir gelgitti ve en sonunda 46 dakika boyunca ter döken Jokic'in pasında MPJ işi bitirmişti. Nuggets sonraki maçı da alıp Batı yarı finaline çıkmıştı. Orada Jamal Murray'den yoksun bir play-off geçirmenin yükünü hissedecekler, Phoenix Suns'a 4-0'la süpürüleceklerdi.

Böyle bakınca "Yani?" diyebilirsiniz. Rekabet temelli bir sporda Jokic'in o pasına iki paragraf, süpürülmesine ise birkaç cümle yer vermenin mantığını sorgulayabilirsiniz. Neticede Nuggets feci şekilde elendi mi? Elendi. Jokic, En Değerli Oyuncu ödülü aldığı ilk sezonda Suns karşısında dağılan takımını toparlayamadı. Bir sonraki sezon, hem de yine MVP seçilmişken, ilk turda Golden State Warriors'a 4-1 geçildi mi? Geçildi. O halde verdiği pasın ne faydası var ki? Veya manzarayı genişletelim: 27 yaşında, iki kez MVP seçilen, fakat yalnızca tek bir Batı finali gören, milli takımda en büyük başarısı 2016 Olimpiyat Oyunları'ndaki gümüş madalya olan bir oyuncuyu gelmiş geçmiş en büyük basketbol devrimcileri arasına yazabilir miyiz? Benim cevabım, evet. Zira şu anda Jokic'in Vikipedi sayfasıyla ve maç sonuçlarıyla ilgilenmiyorum. Denver Nuggets'ın geleceği de kadrajımda değil. Bir süre Jokic'in ellerinden bahsedeceğim. Gözlerinden. Kafasından. Ve bilgisayarımdaki bir klasörden.

- 2 -

Adam Mares ile sohbet ediyoruz ve ona Nikola Jokic'in işaretlerini tasvir etmeye çalışıyorum. Mares, Nuggets medyasının en önemli yüzlerinden biri. DNVR YouTube kanalında çok değerli Denver içerikleri yapan bir tayfanın lideri. Tahmin edeceğiniz üzere, gelmiş geçmiş en sevdiği basketbolcu Jokic. Öyle ki bu yaz ekip arkadaşlarıyla birlikte uzun bir Sırbistan seyahati yaptı, Belgrad'ı gezdi, Kalemegdan'da top oynadı, Sombor'da Nikola'nın doğup büyüdüğü sokakları dolaştı. Ben de ona bilgisayarımda tuttuğum bir klasörden bahsediyorum. Yazılarda veya programlarda kullanabileceğim NBA videolarını arşivlediğim geniş bir dosyanın küçük bir parçası. Orada Jokic'in en sevdiğim hareketlerinden bir seçkiyi biriktiriyorum. Elleriyle takım arkadaşlarına işaret verdiği, gitmeleri gereken yerleri söylediği ve sonra da onları pasla buluşturduğu pozisyonları... Gerçekten de Jokic'in akan bir hücumda, rakip savunmanın gözü önünde, Aaron'a veya Bruce Brown'a "Abicim, şuraya gitsene" demesi, rakip savunmanın da bizler gibi bu hareketleri görmesi, sonra Jokic'in tam da söylediği yere giden takım arkadaşına pası iletmesi beni büyülüyor.

Mesela ne var o klasörde? İlk örnek, Aralık 2021'den. Bir normal sezon maçı. Üçüncü çeyreğin başında, Milwaukee Bucks alan savunmasına geçmiş. Murray yarı sahaya topu getiriyor, Jokic de yüksek posta hareketleniyor. Bir yandan da Vlatko Cancar'a pota dibini işaret ediyor. O sırada Will Barton'a "Köşeye doğru kay" diyor. Cancar'dan boş smaç yemek istemeyen Brook Lopez, D.J. Augustin'e "Cancar'ı kapat" diyor. Augustin, Cancar'a doğru giderken Barton boş kalıyor. Sonuç: Üçlük. Başka? Bu sezonun başından, 8 Kasım'daki Oklahoma City Thunder maçından bir pozisyon. Orada da Jokic tek tek herkese duracağı yeri söylüyor ve savunmanın endişeli bakışları eşliğinde Bruce Brown'a turnike attırıyor. Klasik. Bütün bunlar Mares'e yabancı değil. Gülümsüyor: "Bana kalırsa Jokic takım arkadaşlarına gidecekleri yeri işaret ettiğinde 'Bunu yapın, ben de sonra şunu yaparım' diye düşünmüyor. Şöyle düşünüyor: 'Parkenin dengesi bu. Eğer şuraya gidersen, ben hücumu oradan nasıl okuyacağımı biliyorum.' Oyunu öylesine derin bir şekilde anlıyor ki yüzeydeki meseleleri düşünmüyor. Mesela Gordon'la iletişiminden bahsetmene çok sevindim. Orada şöyle bir mantık var: Denver hücum ederken iki oyuncu hep köşelerde duruyor. Onlar spacing için oradalar, hareket etmiyorlar. Murray ise Jokic'in pick&roll partneri. Geriye kalan isimlerden biri Gordon. Jokic, Gordon'a bakarken şunu hissediyor: 'Pick&roll'u nasıl savunacaklarını, köşedeki oyuncularımızdan nasıl yardım getireceklerini biliyorum. O yüzden şuraya gel çünkü sen hesaba katmadıkları tek parçasın.' Dikkat et, o oyunlar maç sonlarında oluyor. Çünkü Jokic bir noktada rakip koçların stratejilerini çözüyor. Ve sana buraya gelmeni, eğer buraya gelirsen, rakip savunmanın dağılacağını işaret ediyor."

En başta Mares'i etkileyen de bu saha görüşü olmuş: "Onu ilk kez Temmuz 2015'te yazmıştım, Yaz Ligi'nde mücadele ediyordu. İki maç izledikten sonra 'Bu çocuğu kimse fark etmiyor ama inanılmaz paslar atıyor' demeye başlamıştım. O dönemde herkes Emmanuel Mudiay'ye odaklanmıştı fakat beni Jokic'in dokunuşu, top hâkimiyeti, post-up kabiliyeti ve pas becerisi etkilemişti. Bir sezon sonra emin oldum. Karşımızda gerçekten çok iyi bir oyuncu vardı."

Hoş, o da Jokic'in böyle bir yere geleceğini düşünmediğini itiraf ediyor. Zaten kim tahmin edebilirdi ki? İlk kez 2006-2007'de bir Avrupalının, Dirk Nowitzki'nin ellerinde yükselen MVP ödülü, Giannis Antetokounmpo ve Nikola Jokic'in ikişer kez bu rütbeye layık görülmesiyle birlikte artık Eski Kıta'nın esiri oldu. Dolayısıyla 2014 NBA Draft'ında Denver Nuggets'ın Jokic'i 41'inci sıradan seçmesi de basketbol tarihinin en 'dâhiyane' kararları arasında anılıyor. Tim Connelly, o seçim ve peşinden gelen hamleleriyle birlikte ligin en ünlü yöneticilerinden birine dönüştü. Mares'e şimdilerde Minnesota Timberwolves'u yöneten Connelly'yi soruyorum. Şöyle diyor: "Connelly ile tanıştığımızda çaylak yılını geçiren Jusuf Nurkic üzerine konuşmuştuk. 'Nurkic iyi pasörmüş' demiştim. Bana baktı ve 'Eğer Nurkic'in pas verebildiğini düşünüyorsan Jokic'i görünce çok şaşıracaksın. Bekle' diye cevap verdi. O yüzden herkesten önce Jokic'i istemişlerdi. Başta draft sonrası Avrupa'da biraz daha kalmasını tasarlamışlardı. Fakat Adriyatik Ligi'nde MVP seçilince Nuggets da planlarını değiştirdi."

Kısacası, Nikola Jokic hazırdı. Peki ya NBA? Hantal, biraz da şişman bir pivotun oyun kurucu gibi oynamasına, ligin en iyi hücumlarından birini yönetmesine hazır mıydı?

****- 3 -

Sabah saatleri, Belgrad'dayız. Kalabalık bir otobüs. Mesailerine giden binlerce insan yolları doldurmuş vaziyette. Fakat bir yandan da herkesin gözleri kan çanağı gibi. Zira çoğu, gece saat 04.00'te uyanmış, Sacramento Kings-Los Angeles Lakers eşleşmelerinden birini seyretmiş. Şimdi de Mike Bibby'nin yaptığı perdeler üzerine sohbet ediyorlar... Sırp basketbol tarihçisi Milos Jovanovic'in A Hundred Invisible Threads belgeselinde anlattığı bu sahne, son derece tanıdık. O Kings, yalnızca Sırbistan'da böyle bir etki yapmamıştı. Elbette Sırp oyuncular Vlade Divac ile Peja Stojakovic'i merkezine yerleştiren, koç Rick Adelman'ın pasa dayalı sistemini mükemmel uygulayan kadro, Balkan coğrafyasının sevgilisiydi. Biz de Türkiye'de benzer hislere sahiptik. Hidayet Türkoğlu'nun NBA'deki ilk sezonlarını geçirdiği Kings, Türkiye'ye de unutulmaz hatıralar bırakmıştı.

Bugünlerde Nuggets, Jokic üzerine kurgulanan bir ekip. Jokic dışarı çıkıyor ve tepeden yüzü dönük şekilde kısaları ve kanatları buluyor. 2000'ler başındaki Kings de biraz böyleydi. Chris Webber ile Divac, klasik uzun gibi takılmıyorlar; serbest atış çizgisinin etrafında oyun kuruyorlardı. Peja, Bibby, Doug Christie, Hidayet gibi oyuncular da maharetli uzunların etrafında dört dönüyorlardı. Sacramento başka türlü bir basketbol fikrinin yansıması olmuştu. Günümüzle bağlantılarını sadece Peja-Vlade-Jokic diye kurmak istemiyor musunuz? O zaman Denver kenar ekibine, Malone'un asistan koçlarından birine bakın. Orada David Adelman'ı göreceksiniz. Rick Adelman'ın oğlu.

Basketbol tarihi için de o Kings'in özel bir yönü vardı. Zira uzunların bir takımın pas merkezleri olması, ilginç bir durumdu. Örneğin pas sihirbazı Jason Williams, 2000-2001 sezonunu 5.4 asistle bitirirken Chris Webber'ın asist ortalaması 4.2'ydi. Elbette Webber daha fazla dakika alıyordu ama yine de rakamlardaki yakınlık, Kings'in ilginç oyun geometrisinin sembolüydü. Bir sezon sonra Mike Bibby, 5 asist ortalamayla oyun kurucu pozisyonunu doldururken uzun forvet Webber 4.8, pivot Divac ise 3.7 asist yapıyordu. 2002-2003'te Webber, takımının bu alanda lideriydi. 2003-2004'te ise 5.3 asistle Divac, Kings'in son dansının sahadaki yöneticisiydi. Sekiz sezon üst üste play-off’a çıkan, NBA finalini tek şutla kaçıran o ekip, bugünlerde seyircisi tarafından özlemle hatırlanıyor.

Chris Webber ile Vlade Divac

Chris Webber ile Vlade Divac

Aynı özlemi Adam Mares’e de yöneltiyorum. Neticede, uzunların paslarıyla yönettiği takımlar söz konusu olduğunda o Kings’ten bahsetmemek mümkün değil. Cevabı, tarihsel bir yolculuk: “Pasör uzun merkezli takımlar denilince 1970’lere, Bill Walton’ın Portland Trail Blazers’ına gitmek gerekiyor… Aynı şekilde Arvydas Sabonis de anılmalı. Sonra Divac ve Webber’lı Kings. Ama gördüğün gibi çok da fazla örnek yok. Bir de dürüst olmak gerekirse, Walton ya da Divac ne kadar özel yetenekler olsa da hiçbiri Jokic’le kıyaslanamaz. Jokic çok farklı. Pas becerisi ve hücum yönetme kabiliyeti açısından benzersiz.” Bu minvalde bir soruyu 1980'lerden itibaren oyuncu geliştirme koçu olarak çalışan David Thorpe'a da iletiyorum. Thorpe, aklına gelen uzun pasörleri şöyle sıralıyor: "Walton ile Sabonis bu listede Jokic'in hemen arkasında, zirveyi tamamlıyor. Aslına bakarsan Wilt Chamberlain'in de ligin asist kralı olduğu bir sezon vardı. Bill Russell da kabiliyetli bir pasördü. Ama Wilt ile Russell, ilk andığım üç isimle bu alanda rekabet edemez."

Basketbolun değişimi de bu farkta etkiliydi. Üç sayılık atışın olmadığı, her şeyin pota altına yığıldığı dönemde forma giyen Wilt ile Russell, içeride üstünlük sağlıyordu. Elbette rakip savunmaların getirdiği sıkıştırmalarda, sırtı dönük açıdan pasları çıkarmaları mühimdi. Russell'ın post-up'tan oyun yönlendirme becerisi, Princeton Hücumu'na ilham veren, bugünün Warriors'ına kadar uzanan bağın sembolü olmuştu. Fakat yine de Walton ile Sabonis'in pas repertuarı daha farklıydı. İkili, ABD'ye ve Avrupa'ya pivot vücudunda guard olabilmenin gücünü göstermişti. Jokic ise o bağı başka bir noktaya taşıdı. Koç Thorpe'a göre 'basketbol hissi' tabiri, bu serüvende etkili: "Burada his, insanların düşündüğü anlamın zıttı. Aslında basketbol hissi, his falan değil. Hızlı, yıldırım satranç gibi düşünebilirsiniz bunu. Burada his, hareketleri tanımak ve bunlara süpersonik hızda pozisyon almak demek. Jokic, ânında devasa bir bilgi havuzunu algılıyor ve ona göre harekete geçiyor."

Basketbol hissi, etrafına kurulan takım, oyunun değişimi, üç sayılık atışa vurgu yapan yeni hücum prensipleri… Bu faktörlerin ışığında, beraber anıldığı herkesten farklı bir noktaya evrilen Jokic'i belki de koymamız gereken sınıf farklıdır. Ondan bahsederken Walton, Sabonis, Divac kadar Magic, Stockton, Kidd, LeBron, Doncic gibi isimleri anma zamanımız gelmiş olabilir. Veya kendisine özel bir sınıf açabiliriz.

****- 4 -

Nikola Jokic, farkını sessiz ve derinden hissettirmişti. Önce Nurkic'in yedeği olarak düşünülmüştü fakat Buğra Balaban'ın 72. sayımıza yazdığı gibi kısa sürede takımıın fikrini değiştirmişti. Koç Mike Malone, 2016'da Jokic'in ilk 5 pivotu olması gerektiğine kanaat getirmişti. Birkaç ay sonra Nurkic takasla yollandı ve Denver arkasına hiç bakmadı. Top artık 2.11'lik pivotlarının elindeydi. Ona 2016 NBA Draft'ının 7 numarası Murray eklendi. Nuggets, hücumunu bu ikili üzerine kurarken pick&roll’u terse çevirmişti. 1.93 boyundaki Murray’nin perde yaptığı, Jokic’in o perdeden yavaş yavaş çıkarak bir oyun kurucu gibi takımını yönlendirdiği anlar değişen geometrinin sembolleri arasına yazılmıştı.

Nuggets, 2016-2017 sezonundan beri NBA’in en sıradışı hücumları arasında. Basketball Reference verilerine göre Denver, son yedi sezonda da NBA’in en iyi yedi hücumu arasında yer aldı. Bütün bunları yaparken Jokic’in Murray gibi harika bir partneri vardı. 2018 NBA Draft’ında kadroya Michael Porter Jr. gibi bir başka hücum yeteneği katıldı. 2021’de Aaron Gordon takasla getirildi. Kadro değişti, yüzler değişti ama direksiyon hep Jokic’te kaldı. Ve ne yazık ki bu süreçte hem Murray hem de MPJ sıkça sakatlandılar. Jokic, bazen ikinci opsiyon olarak Will Barton’a, bazen de Monte Morris’e bakmak zorunda kaldı. Facundo Campazzo ile Austin Rivers’ı makul hücumcular gibi gösterdi. Hep pasını verdi, “Bunlar zaten atamıyorlar, ben bu şutu kullanayım” diye düşünmedi, takım sahibi Stan Kroenke'nin cimri yaklaşımına isyan etmedi, yeni bir yıldız talep etmedi, sessiz sedasız işini yaptı. Bir yandan da Jokic'in artı-eksi istatistiğinde Denver açısından hep aynı garip hikâye vardı. Nuggets, Jokic sahadayken ligin en iyileri arasındaydı, o çıktığında ise bir anda amatör takıma dönüşüyordu. Mesela bu sezon Jokic'in sahada olduğu dakikalar ile kenarda oturduğu bölümler arasında yüz pozisyon başına 28.5 sayılık bir fark var. Ve bu tek sezona özgü bir durum değil. Zaten bundan ötürü koç Michael Malone'un işine son verilmesini isteyenler oldu. Adam Mares, meseleye farklı bir açıdan bakıyor:

"Burada Jokic'in herkesten farklı oynamasının ortaya çıkardığı bir durum var. Antrenman yaparken Jokic'le nasıl oynayacaklarını öğrenmek için çok zaman harcıyorlar. Bu biraz da normal bir durum zira çok farklı bir stili olduğundan ona alışmak için epey süre harcamanız gerekiyor. Onsuz oynamaya ısınmak için çalışılacak az zaman kalıyor. O yüzden de Jokic çıktığı an takım kötüleşiyor. Burada koçu suçlayabilirsiniz ama belki de doğal bir sonuçtur bu."

****- 5 -

Yani Nikola Jokic, sadece rakip savunmaların dengesini bozmuyor. Onunla oynamak da bir mesele. Her devrim gibi bu da sancılı. Dolayısıyla Nuggets’ın tabanı belirli bir noktaya gelse de tavanı konusunda soru işaretleri var. Bir de Jokic, savunmada sıkıntılı bir pivot. Muazzam elleri ona avantaj sağlıyor ama yavaş ayakları, yerden yükselmeden oynaması ve hantal vücudu pota çevresini kapatmasını engelliyor. Nuggets’ın onun liderliğinde bir kez bile ligin en iyi on savunması arasına girememesi de bunu doğruluyor. Bu tabloda elbette tek kabahatli o değil, takım sahiplerinin “Zaten Jokic var, kimi koysak iyi oynatıyor” mantığıyla kurdurduğu kadrolar, Sırp uzunun eksiklerini kapatmaya yetmiyor. Hep bir yerde takılıyorlar ve o takıldıkları yerde kimse klasörünüze hangi pası koyduğunuzla ilgilenmiyor. Şampiyonluk sayınızla ilgileniyor.

Bakmayın siz baştaki şovuma, ben de basketbolu sadece estetikten ibaret görmüyorum. Bu oyunun temelinde rekabet var. Dolayısıyla Jokic ile Nuggets’ın henüz çok başarılı olduğunu iddia edemeyiz. Fanustaki yolculukları, Utah Jazz ile düelloları muhteşemdi. 2021’deki Portland serisi de unutulmazdı. Biraz daha geriye dönmek isteyenler 2019’daki San Antonio Spurs eşleşmesine de bakabilir. Fakat henüz bu yapı, bir NBA finali göremedi. Tabii ki sakatlıklar bu eksiğin en büyük sebepleri arasında. Ama daha da detaya inmek isteyenler, Jokic’in savunmadaki zaaflarına da vurgu yapabilir. Belki Jokic, tıpkı Dirk Nowitzki gibi, defalarca play-off’tan hüsranla ayrılacak. Fakat en sonunda, kendi 2011'ini bulabilecek mi? En mühim soru bu.

Ne olursa olsun, Denver seyircisi için unutulmaz bir serüven bu. Adam Mares ve DNVR kanalındaki arkadaşları için bu yolculuğun kendisi varış noktasından daha mühim. A Hundred Invisible Threads belgeseli, o yolculuğun karşılığı. Denver'lı bir grup arkadaşın Jokic sayesinde Yugoslav basketboluna merak salması üzerine konuşuyoruz. Mares, Sırbistan coğrafyasındaki misafirperverlikten ne kadar etkilendiklerini anlatıyor. Ve ülkenin basketbol tarihinden: "Yugoslav basketbolunun kurucu önderleri farklı bir meraka sahipti. Oyunun temellerini öğretmekle kalmıyor, dünyayı dolaşıp yeni fikirlerden besleniyorlardı."

Bu belgesel sırasında tanıştığı herkesin 1992 Olimpiyat Oyunları'na dair hissettiği bir hayıflanmayı ise şöyle anlatıyor: "1992'ye, 'Rüya Takım'ın katıldığı olimpiyata bakan Yugoslavlar hep 'Tam kadro, tek ülke katılabilseydik' diye düşünürler. Rüya Takım'dan bireysel olarak daha iyi olduklarını düşündükleri için değil, farklı oyun stillerinden ötürü... Bence her halükârda ABD kazanırdı ama o olimpiyattan sonra bir hata yapıldı. Rüya Takım, muazzam başarısıyla insanları basketbolun bireysel yetenekten ibaret olduğuna inandırdı. 'En seçkin yetenekleri bir araya topladık. İşte ideal basketbol bu' dediler. Fakat Jokic'in kökenlerini aldığı basketbolda farklı bir his var. Onlar bireysel olarak daha az yetenekliler belki ama kolektif açıdan daha iyiler. O yüzden iki Rüya Takım'ın karşılaşması 'Zirveye ulaşmanın birden fazla yolu' demek için iyi olabilirdi."

İki farklı ekolün ortasından bakınca Jokic, büyüleyici bir basketbolcu. Şutu, pası, sırtı dönük oyunu, elleri… Hepsine sayfalarca yazı yazılır. Fakat onu farklı bir yere koyan şey, doğada tek başına var olmadığını bilmesi. Jokic "Ben" demiyor. Bir sosyal medya hesabı, personası yok. Oyunu takım arkadaşlarıyla oynadığını unutmuyor. O yüzden de kendi skoruna veya istatistiklerine bakmıyor. Sizi de çağırıyor. Aaron, Bruce, Michael, Jamal gibi siz de buraya gelebilirsiniz. Tam da Jokic'in işaret ettiği yere. Buraya gelirseniz yepyeni bir dünyanın açıldığını göreceksiniz. O dünyada kendinizden daha büyük bir şeyin, birden fazla ülkenin, ailenin, ekolün parçası olduğunuzu fark edeceksiniz. Sonra da boş turnike atacaksınız.

Socrates Dergi