socratesXreflect_alt

9+10>+11

10 dk

2022 Dünya Kupası, çok büyük taktiksel yeniliklere sahip olmadı. Proaktifler bir kez daha mağlup olurken pragmatist reaktifler yine zaferin tadını çıkardı. Kupanın bir taktiksel anlatısı yokmuş gibi gözükse de belki anlatmak istediği şey tam olarak buydu…

"Yirmi yıldır Pep Guardiola'yı takip ettik ve bu bir yanılgıydı. Oysa Guardiola bir istisnaydı, onun futbolu herkese göre değildi. Onun tarihe geçen Barcelona'sı önde basan ve rakip savunmayı kendi ceza sahasına iten üç harika oyuncuyla birlikte doğmuştu. Ama bunun için Andres Iniesta, Xavi Hernandez ve Lionel Messi'ye sahip olmalısınız. Yaptıkları onlara özel bir şeydi ama biz herkese yaymaya çalıştık."

Bu sözler, 2019 yılında Massimiliano Allegri'den gelmişti. Sözleri doğruydu. İspanyol hocayı önce takip, sonrasında taklit etmeye çalışan onlarca teknik direktör; zaman, personel ya da finansal noksanlık çektiği için başarılı olamamıştı. Çünkü onun oyunu pahalı bir oyundu. Sizden teknik kapasitesi yüksek oyuncular ve alınan sonuçlardan bağımsız olarak uzun süre çalışılabilecek bir habitat talep ediyordu.

Guardiola'nın oyunu yıllar içinde değişkenlik göstermeye devam etti. Bazen tercih bazense zorunluluktan evrilen bu topa sahip olma deneyleri, 2021 yılına gelindiğinde -bundan on sene önce olduğu gibi- yeniden bilindik bir durakta soluklanıyordu. Manchester City, önceki sezonda çok az yararlandığı Sergio Agüero'nun yerini net bir santrforla doldurmuyor ve önceki yıl olduğu gibi sezonun çok büyük bir bölümünü sahte 9 formülü ile tamamlıyordu. Şampiyonlukla geçen bu sezon, dünya futboluna, yeni yolların her zaman mümkün olabileceğini kanıtlamıştı. Artık tek bir oyuncunuzun 30 gol katkısı vermesi gerekmezdi. Tabii pahalı bir oyuna ve ön alanda skorer ayaklara sahipseniz…

Bu tek oyuncuya bağımlı düzenden sizi kurtarabilecek gibi gözüken lüks, tıpkı 2019 yılında Massimiliano Allegri'nin dediği gibi "Guardiola'nın lüksünü takip etmek bir yanılgı mı yoksa denenebilecek bir yol mu?" sorusunu yeniden akıllara getiriyordu. City'nin dominant oyunu ve yeri geldiğinde savunma önü oyuncusunun bile en uçta oynadığı santrforsuz düzeniyle kazanılan maçlar, -en pahalı takımlardan en mütevazı ekiplere- rakip fark etmeksizin karşılık buluyordu. Bayern Münih, Robert Lewandowski gibi devasa bir kütlenin ardından santrfor almakta bir şart görmüyor, Yeni Malatyaspor sakatlıkların çaresini Gökhan Töre'yi en uçtan derine atmakta buluyordu. Ve bu durum, kulüp takımlarından milli takımlara da taşınmıştı…

2016'dan bu yana iyiden iyiye belirginleşen milli takımda başarılı olma kriterleri, Euro 2020'de İtalya ve İspanya'nın toplu oyunda başardıklarıyla sorgulanmaya başlanmıştı. Fransa önce 2016, daha sonra 2018'de; Portekiz, Avrupa şampiyonu olduğunda ve İngiltere, 2018'de dünya dördüncülüğü, 2021'de ise Avrupa ikinciliğine ulaştığında benzer temalar üzerinden başarıya ulaşıyordu. Az önce bahsi geçen bütün takımlar, kadro kalitelerinden bağımsız olarak ve hatta zaman zaman bu oyun anlayışlarından dolayı eleştirilmelerine rağmen, ilk olarak sağlam bir savunmaya sahip olmaya çalışıyorlardı. Fransa'nın da Portekiz'in de kulüp takımlarında teknik kapasiteleriyle bizleri büyüleyen oyuncuları vardı ancak iş milli takımlara gelince o oyuncuların yerini fiziksellik ve yoğunlukları ile ön plana çıkan isimler alıyordu. Ve teknik kapasitenin bu şekilde geri plana alınması, takımların topa sahip olma oranlarına yansıyordu.

Andreas Iniesta ile Pep Guardiola

Andreas Iniesta ile Pep Guardiola

Kulüp düzeyindeki altı senede proaktif teknik direktörlerin sayısı artış gösterse de aynı sürede başarılı olan milli takımlarda topa sahip olma oranları bir türlü yukarı çıkmıyordu. Hâkim oyun, uluslararası düzeyde hâlâ hâkim anlayış olamamıştı. İspanya haricindeki her büyük ekip, elit orta saha oyuncuları ve temiz ayaklı birçok isme sahip olmasına karşın, neredeyse yüzde 60'ları bile görmüyor, oyunu rakip yarı sahaya yıkıp yerleşmekten imtina ediyordu. Bu milli çekingenliğinse haklı birkaç sebebi vardı. Hemen herkesin orta veya derin blokta çok iyi savunma yaptığı uluslararası düzeyde oyunu üçüncü bölgede oynamanın belirli zorlukları vardı. İlki, kompakt kalan takımlara karşı alanların daralması ve takımların üretkenlik sorunu yaşaması; ikincisi ise bu üretkenlik sorunundan dolayı iyiden iyiye savunma çizgisini rakip kaleye yakınlaştırmak zorunda kalan topa sahip olma ekiplerinin geride büyük geniş boşluklar bularak geçişlerde cezalandırılmasıydı.

Peki bu durum yalnızca milli takım seviyesine özgü bir durum muydu? Elbette hayır. Manchester City de tıpkı İspanya'nın Fas'a karşı verdiği kontratak imkânları gibi Premier Lig'de Wolverhampton'a geçiş alanları verebiliyor; Bayern Münih, Bundesliga'da kompakt kalan rakiplerine karşı oyunu üçüncü bölgeye yığmak isterken üretkenlik problemleriyle boğuşabiliyordu. Fakat kulüp takımlarını uluslararası ekiplerden ayıran fark, City'nin de Bayern'in de lig maratonunda 40'a yakın maça çıkması ve bu periyotlarda takımların belirli bir oyun yerleştirebilecek zamana sahip olmalarıydı.

İşlerin kusursuz gittiği bir düzende bile en fazla yedi maç oynanan Dünya Kupası'nda, takımların hem üretkenlik problemiyle karşılaşma ihtimalinden uzaklaşması hem de rakibe çok fazla geçiş imkânı vermemek için savunma tedbirleri alması, bu nedenle daha anlaşılabilir noktada. Dahası, milli takımda başarılı olan antrenörlerin oyuna çok fazla dokunuş yapmadan, oyunun fabrika ayarları ile başarılı olması da yine bu yüzden. Yeni düzende kulüp takımları proaktif teknik direktörleri talep ederken, milli takımlar hâlâ reaktif dokunuşları en esnek şekilde yapabilen ve temel oyun bilgilerini en rahat şekilde uygulayan antrenörlerle yoluna devam ediyor. Ve proaktifliğin en belirgin şekilde sorun yaşadığı yer, sahte 9 ve santrfor tercihlerinde ortaya çıkıyor.

Katar 2022'deki 'antrenör takımlarının' ve 'sahte 9'cuların' başını çeken İspanya, turnuvanın başlangıcında her ne kadar bu yapılardan verim alıyor gibi gözükse de günün sonunda santrforlarına dönmek zorunda kaldı. Kamerun, Hollanda, Almanya… Hemen hepsi buna mecbur kaldı. Havertz'i en uca atan Hansi Flick, İspanya maçının ikinci yarısında çareyi Füllkrug'ta buldu; Rigobert Song, Julian Nagelsmann taklidini bir kenara bırakıp Vincent Aboubakar'ın ceza sahası işçiliğinden bolca faydalandı.

Vincent Aboubakar

Vincent Aboubakar

Morata, Weghorst ve diğerleri, en fazla yedi maçın oynanabileceği ve proaktif planların geçer akçe olmadığı düzende oyunun en basit fikirlerini yeniden gözler önüne serdi. Basit fikirleri devam ettiren başka oyuncular da vardı. Kulüp takımlarında tek oyunculu sistemin öldüğünü savunanlar, finalde Kylian Mbappe ve Lionel Messi'nin taşıdığı Fransa-Arjantin finalini izledi; pas yerine şut sayısını artırmaya çalışanlar, pas sayısını azaltıp şut sayısını yukarı çekenleri eleme turlarında izlemek zorunda kaldı.

Bugünden bakınca 2022 Dünya Kupası belki çok büyük taktiksel yenilikler sunmadı ancak anlatısını eskiden alarak hatırlatıcı görevi görmesi de değerliydi. Kulüp takımlarındaki uzun vadeli fikirlerin milli takımlara uygulanması kolay değildi. Hem İtalya'nın hem de beklentisiz İspanya kadrosunun Euro 2020'de yaptıkları akıllara "Acaba?" sorusunu getirse de İtalya'nın Dünya Kupası'na katılamayışı ve 2022 model İspanya'nın son 16 turunda turnuvaya veda etmesi, proaktif fikirlerin bu reaktif dünyada kolay bir şekilde uygulanamayacağını bir kez daha gösterdi. Ve bu dünyanın şampiyonu, turnuvada en çok reaktif hamleyi yapan Lionel Scaloni oldu.

Suudi Arabistan mağlubiyeti ile kervanı yolda düzmesi gerektiğini daha en başta fark eden Arjantinli hoca, işlemeyen parçalardan kurtularak 11'e Enzo Fernandez, Alexis Mac Allister ve Julian Alvarez'i yerleştirdi. Bu oyuncular sayesinde de gruptan lider çıktı. Çeyrek finalde, ABD'ye sorun yaşatan Louis van Gaal'in üçlüsüne karşı turnuvada ilk kez üçlü oynadı ve Hollanda'nın beklerini etkisizleştirirken kendi sorunlu taraflarından olan beklerinden skor katkısı aldı. Yarı finalde Katar'daki en iyi orta sahaya karşı merkezi kaybetmemek adına dört orta sahalı bir yapı yarattı ve Hırvatistan orta sahasını mağlup etti. Finale kadar rakibe göre pozisyon almada tüm tuşlara doğru basan Scaloni'nin son dokunuşları ise belki de kupayı getirdi. Savunma tarafı sorunlu Ousmane Dembele'nin arkasına turnuva boyunca Arjantin'in adam eksiltmedeki en önemli kozlarından biri olan Angel Di Maria'yı gönderen genç antrenör, 34 yaşındaki oyuncunun bire birdeki meziyetleriyle maça damga vurdu.

Lionel Scaloni, belki turnuvadaki en tecrübeli hoca değildi. Belki hâlâ da taktiksel olarak en güçlü hoca değil. Ama onu meslektaşlarından ayıran güçlü bir nokta var. O, dünyadaki en önemli yaratıcı oyunculardan birine sahipken proaktif bir yapı kurmaktan ziyade ilk olarak iyi bir savunma takımı ortaya çıkardı. Ardından o yaratıcının etrafına doğru isimleri ekleyerek sahadaki 11 oyuncunun da performansını maksimuma çekti. Kısacası, bugünlerde bir dünya şampiyonu nasıl olunabilirse o şekilde dünya şampiyonu oldu. Rakibine reaksiyon ver, geniş alanlar kovala, direkt oyuna güven ve iyi savunma yap.

Gerisini de 10'a bırak.

Socrates Dergi