socratesXreflect_alt

Kapadia / Maradona

12 dk

Kurmaca filmlerin vasat yönetmeni Asif Kapadia nasıl zamanımızın en çok konuşulan belgesellerine imza attı? Diego Maradona eşliğinde bakalım...

Getty Images

'34 yaşında pistte ölen efsane F1 pilotu', '27 yaşında yaşamını yitiren şarkıcı' ve 'kokain problemleriyle boğuşan tüm zamanların en iyi futbolcusu' tarzı etiketleri boyunlarında taşımaya mahkûm figürleri, bir heykeltıraş edasıyla ete kemiğe bürüyen ve etraflarında oluşan haleyi aralayıp arkadaki sıradan insana odaklanan Asif Kapadia, son dönemin en başarılı belgesel yönetmenlerinden biri, muhtemelen birincisi. Genelde Kapadia'nın kariyerinin Senna (2011) ile başladığı düşünülür ama sükse yaratan ilk belgeselinden önce çektiği Warrior (2001), The Return (2006), Far North (2007) ve son iki belgeseli Amy (2015) ile Diego Maradona'nın (2019) arasında kotardığı Ali ve Nino (2016) isminde dört kurmacası da var. "Senna'dan çok önce kurmaca filmler çektim ama bunları kimsenin izlemediğinin farkındayım" diyen Kapadia bu tatlı yanılgıyla çoktan barışmış lakin kurmaca filmlerinin hepsi, tematik bir üçleme olarak addedilebilecek Senna, Amy ve Diego Maradona ile alıştığımız çizgisinin altında kalan, zamana yenik düşmüş, vasatı aşamayan eserler.

Son filminde kahramanının aydınlık ve karanlık yüzünü bir arada ele almasını sağlayan Diego/Maradona formülünü, Asif/Kapadia olarak kendi filmografisine uyarlamak mümkün: Kurmaca filmlerin kötü yönetmeni Asif ve milenyumun en parlak belgesellerine imza atan Kapadia. Kimileri için bir dâhi, kimileri için de sadece hilekâr olan, iki farklı personaya sahip Maradona ile ikiye bölünmüş bir filmografiye sahip Kapadia'nın bir aradalığı, yaratıcılık mefhumuna dair söz söylemeye de imkân tanıyor.

Spor gazetecisi Daniel Arcucci'nin "Eğer birisi, Maradona etrafında oluşan miti açıklamak istiyorsa İngiltere maçından bahsetmesi yeterli; elle attığı ilk gol ve driplingle bütün rakiplerini çalımlayarak attığı ikinci gol, kendisini neden sevdiğimizin ve aynı zamanda ondan neden nefret ettiğimizin göstergesidir" sözünden yola çıkarak Asif Kapadia için mini bir "İngiltere maçı" yaratabiliriz: Bir tarafta ufak bir parıltı dahi barındırmayan, yavan ve tatsız Ali ve Nino (2017); diğer tarafta dünyanın en yetenekli futbolcusu olmasına rağmen saha dışında yaptıklarıyla insanlarda karmaşık hisler uyandıran Maradona'yı kusursuzca ve bütüncül olarak betimleyen Diego Maradona.

Peki bu kadar vasat kurmaca filmler çeken bir yönetmenin, aynı zamanda çağının en iyi belgesel yönetmenlerinden birine dönüşmesini sağlayan unsur ne? Cevabı, Maradona'da olduğu gibi basit, yetenek ve yaratıcılık. The Warrior'da Himalaya Dağları'na, Far North'ta Kuzey Kutup Dairesi'ne, Ali ve Nino'da Kafkas'lara giden Kapadia; egzotik diyarlarda, zorlu şartlar altında, devasa set ekibiyle giriştiği ve yaratıcılığını başkalarıyla bölüştüğü maceralardan hep hüsranla ayrıldı çünkü yaratıcılığını, orkestra yönetirken değil solo atarken -ya da belgesellerinin kurgucusu Chris King'le düet yaparken- en iyi şekilde gösterebiliyor. Herhangi bir senaryo ve tretman olmadan, bir hikâye izleği belirlemeden, yüzlerce saatlik arşiv görüntülerinin arasına sadece yaratıcılığına güvenerek dalan ve belgesellerini bu şekilde oluşturan Kapadia'nın eser üretme metodu, orta yuvarlağın sağında topla buluştuğunda yeteneğine ve güdülerine güvenen, karşısına çıkan İngilizleri bir sağa bir sola yatırarak ilerleyen Maradona'dan çok da farklı değil. Biraz deli cesareti, biraz her tekmeden sonra ayağa kalkmaya becerisi, bolca yaratıcılık, dram, tutku, sebat…

Kapadia yeniliğin geçer akçe olduğu interaktif belgeseller çağında; konuşan kafalara, canlandırmalara ve bir anlatıcıya başvurmadan, Michael Moore gibi kameranın önüne geçmeden, tamamen arşiv görüntülerine dayanarak, biraz eski usul ama kendine özgü bir yöntemle eserlerini meydana getiriyor.

"Belgeselleri daha yaratıcı hâle getirmeye çalıştım ve yaptığım bundan fazlası değildi" diyen yönetmenin gerçekleştirmeye çalıştığını yenilikçilik olarak nitelemek zor ama kesinlikle yeni bir şey olduğu da gerçek. Benimsediği metotla, izleyicinin araya giren farklı yüzler nedeniyle hikâyenin dışına çıkma ihtimalini bertaraf eden ve kahramanının doğrudan kendisini anlatabilmesine imkân tanıyan Kapadia'yı emsallerinden farklı kılan unsurlar izlediği yöntemden veya dramatik hikâyeler yaratma becerisinden ibaret de değil, hayatını anlatacağı kahramanlarını belli ortak özelliklere göre seçiyor.

Ayrton Senna siyasi, ekonomik ve toplumsal krizlerle sürekli çalkalanan Latin Amerika'nın bağrından çıkan ve Avrupai zengin sporu Formula 1'in zirvesine tırmanan, kitlelere ilham kaynağı olmuş bir figürdü; bunu da 'mekânın sahipleriyle' amansız bir savaşa tutuşarak gerçekleştirmişti. Geçmiş zamanın fısıltılarını andıran cazı karakterinin bir yansımasına dönüştüren Amy Winehouse, magazin ve müzik dünyasının ölümünü dahi reality show'a çevirdiği bir kurban ve çağa meydan okuyan bir anti-kahramandı.

Amy ve Senna'ya göre daha karmaşık, karanlık bir mite sahip olan ve trajedisini ölümünden değil yaşamından alan Maradona, Kapadia'nın tabiriyle kendi elleriyle sistemin dışına çıkacak birisiydi. Kapadia'nın, hayatını anlattığı üç figür de sistem dışından gelen ve onunla mücadele eden, farklılıklarını yitirmeden zirveye tırmanan kimseler ve İngiltere'nin Dünya Kupası'na uzandığı yıl Hindistan'dan Londra'ya göç etmiş, işçi sınıfına mensup Müslüman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Kapadia için şaşırtıcı tercihler olduğu söylenemez. Kapadia her yere gidebilecek uçsuz bucaksız malzemelerden sert, güçlü ve çerçeveleri iyi çizilmiş hikâyeler çıkartırken kurmaca filmlerinde yaptığı gibi uzak diyarlara değil; kendi ailesine, kökenlerine, geçmişine uğruyor ve muhtaç olduğu gücü orada buluyor.

Maradona, yeteneği sonsuz bir futbolcu, topla yaptıkları karşısında büyülenmemek imkânsız ama onun sahada yaptıklarını sadece yeteneğine indirgemek hakkaniyetsiz bir yaklaşım çünkü Diego Maradona'da etraflıca gördüğümüz üzere kendisi, yedi yıllık Napoli kariyerinin son düzlüğü hariç, kabiliyetini emekle taçlandıran, sert İtalyan futboluna fiziksel olarak kafa tutacak kadar güçlü kalmaya özen gösteren ve tüm zorluklara rağmen zihinsel açıdan ayakta kalmayı başarmış birisiydi, her ne kadar istenildiği ve olması gerektiği kadar çalışmasa da… Zaten yeteneğini tamamlayan ve anlamlı kılan da bu özellikleriydi; Camorra mafyasına ve kokaine bulaşmasıyla birlikte önce ruhsal, zihinsel ve fiziksel olarak yıprandı, sonra da sahada yaptıkları gerilemeye başladı. Kendisinin zirve dönemine yetişemeyenlerin tasavvurundaki tıknaz, fiziksel olarak kötü, yeteneği sayesinde oralara gelmiş ve futbola karşı tutku beslemeyen imajı, yeteneğini tamamlayan özelliklerini yitirdiği dönemin sonucuydu.

Maradona'nın Napoli'deki evrimini sebep-sonuç zinciri içerisinde aktaran Kapadia, yetenek açısından bir Maradona olmasa da, sıkı çalışan ve sinemaya duyduğu tutkuyu sonuna kadar hissettiren birisi. 1990'lı yıllarda televizyonda başlayan kariyeri boyunca yapımcı, yönetmen, yazar, kurgucu, muhabir gibi birçok apoleti omzuna takmış gerçek bir İsviçre çakısı. Arkadaşlarla gerçekleştirilen bir hafta sonu kaçamağından geriye kalmış küçük bir fotoğrafı, polis kayıtlarından alınmış bir telefon görüşmesinin kaydını, konuk olunan bir televizyon programının görüntülerini ve nicelerini arayıp bulan, asla yan pas yapmayan sıkı bir araştırmacı.

Zaman içerisinde en ufak sesin, görüntünün, objenin, mimiğin kıymetini bilen bir tasarımcıya, doğru notalara basarak dramatik açıdan kusursuz anlatılar yaratan bir hikâyeciye dönüşen Kapadia'nın ortaya koyduğu eserlere bakınca emekle tamamlanmayan yeteneğin hoş bir sedadan öteye geçemeyeceğini görmek mümkün.

Diego Maradona da, yetenek ile emeğin bir aradalığının en leziz örneklerinden, Orson Welles'in enfes Touch of Evil (1958) filminin açılışını andıran giriş faslında veya meşhur Athletic Bilbao kavgasında Maradona'nın attığı tekmelere Kapadia'nın eklediği ses efektinde bu birlikteliğin sonuçları belirginleşiyor. Diego Maradona safkan yetenek ile çabanın birleşimi, biri olmadan diğeri hep eksik kalmaya mahkûm.

Son dönemde, futbol tarihinin önemli figürlerini anlatan belgeseller birer birer arz-ı endam etti fakat hepsi, ister Messi (2014) gibi parlak bir çıkış noktasına isterse de Gascoigne (2015) gibi sinemasal bir kahramana sahip olsun, beklenen etkiyi yaratmaktan ve ele aldığı kişinin hakkını vermekten uzaklardı. Dolayısıyla piyasaya dönük iş olmanın ötesine geçemediler.

Diego Maradona hem Maradona'nın bizzat kendisinin hem de belgeselin arkasındaki Kapadia'nın etkisiyle emsallerinden farklı olacağının sinyalini daha izleyici karşısına çıkmadan veriyordu ama Kapadia/Maradona birlikteliğinden doğan eser, daha ilk günden spor belgeselleri içerisinde özel bir yer edinmeyi garantiledi. Sadece bir belgesel de değil, dört başı mamur ve dramatik açıdan güçlü bir sinema filmi ve bir dönemin, takımın, kişinin belgesi aynı zamanda.

"Kendimi bir belgeselci olarak görmüyorum" diyen Kapadia'nın önünde ise Maradona'nın kabullenmek için çeyrek asırdan fazla bir süre beklediği evladına karşı verdiği sınavın bir benzeri var; ya belgeselci olarak kariyerine devam edecek ya da iyi kurmaca filmler çekerek ilk göz ağrısına borcunu ödeyecek.

Socrates Dergi