socratesXreflect_alt

İzlemek de Zor İzlememek de

6 dk

Dünya Kupası'nı izlememe kararı almak, bir futbolsever için en radikal tercihlerden biri. Katar 2022, yıllardır süren tartışmalarla birlikte bu noktaya en yaklaştığımız kupa gibi.

Dünya Kupası ya da daha doğru ismiyle FIFA Erkekler Dünya Kupası, futbolseverler için her zaman iple çekilen bir dönemi ifade eder. Pek çok futbol izleyicisi, dünya futboluyla bu turnuva sayesinde tanışmış, futbolla ilişkisini çocuk yaşta bu turnuva üzerinden kurmuştur. Dünya Kupası, bu bakımdan hem güncel futbolun zirvesini hem de mistik bir nostaljiyi temsil eder. Başka futbol turnuvalarını görmezden gelebilirsiniz ama Dünya Kupası'nı kolay kolay bir kenara itemezsiniz.

Önümüzdeki günlerde Katar'da düzenlenecek Dünya Kupası, ev sahipliğini üstlenme sürecinden organizasyonun başlangıcına kadar bir dizi tartışmanın odağına yerleşti. Organizasyon, teamüllerin dışına çıkılarak bir önceki kupanın organizasyonuyla beraber, yıllar öncesinden alelacele Katar'a verildi. Ülkenin anti-demokratik rejimi, stadyum ve diğer tesis inşaatlarında yüzlerce işçinin iş güvenliği eksikleri nedeniyle hayatını kaybetmesi, yabancı işçilerinin haklarının gasp edilmesi ve LGBTI+ yasağı gibi konular, özellikle toplumsal meseleler konusunda hassas futbolseverlerin bu kupayı içine sindirmesini epeyce zorlaştırıyor. Dahası, Dünya Kupası'nın geleneksel takviminin Katar'daki dayanılmaz sıcakla baş edebilmek için değiştirilerek kupanın kışa kaydırılması, lig takvimlerinin sekteye uğraması gibi faktörler, bu kupayı toplumsal boyutunun dışında da tartışmalı kılıyor. Bütün bunlar göz önüne alındığında, Katar'ın düzenlediği kupayı gönül rahatlığıyla izlemek epeyce zorlaşıyor. Pek çok sporsever için bu kupayı izlemek de zor, izlememek de...

Arap Yarımadası, dünyanın futbol deyince akla ilk gelen köşelerinden değil. Kısmi olarak Arap coğrafyası sayılabilecek Kuzey Afrika haricinde, Arapların Dünya Kupası'ndaki ilk temsili 1982'de Kuveyt'le gerçekleşti. Bundan sonraki kupalarda ise Irak (1986), Birleşik Arap Emirlikleri (1990), Suudi Arabistan (1994, 1998, 2002, 2006, 2018), kupada yer alan Arap ülkeleri oldular. 1980'lerden itibaren Arap takımlarının kupada daha fazla görünmesinin temel nedenleri, 1974'te FIFA'nın yaptığı 'devrim' ile kupadaki Avrupa hâkimiyetinin azaltılıp diğer kıta takımlarına daha fazla kontenjan verilmesi ve kupadaki takım sayısının zamanla artması oldu. Bunun yanı sıra, yine aynı yıllarda büyük futbol turnuvalarının dünya çapında canlı yayımlanmaya başlamasıyla Arap ülkelerinde futbolun bir tanıtım aracı olarak rolü fark edildi ve bu spora olan yatırım arttı. Bunun ilk adımı, milli takımlara ünlü yabancı hocaların getirilmesi oldu. Ferenc Puskas, Leo Beenhakker, Carlos Alberto Parreira, Don Revie, Dick Advocaat, Zico gibi isimler zaman içinde Arap coğrafyasında takım çalıştırdılar.

1990'lardan itibaren dünyada yaşanan ekonomik küreselleşme süreciyle beraber, Arap yönetimlerinin ve şirketlerinin dünyayla iş yapma isteği artış gösterdi. Geçmişte yalnızca petrolle anılan bu ülkeler, petrol gelirini başta turizm ve finans olmak üzere farklı sektörlerde değerlendirerek, ekonomilerini petrol bağımlılığından çıkarmayı hedeflediler. Özellikle Batı dünyasında olumlu bir imaj yaratmak için uluslararası spor organizasyonlarının içinde yer almak bir strateji olarak öne çıkmaya başladı. Bu sırada, artık iyiden iyiye ticarileşmiş olan ve büyük spor organizasyonlarını yöneterek milyar dolarlarla oynamaya başlayan uluslararası spor konfederasyonları da pazarlarını genişleterek ellerindekinin kârlılığını artırmaya yönelmişti. Durum böyle olunca, organizasyon sponsorluğu ve ev sahipliği, sporda büyük başarıları olmayan bu ülkelerin gündemine girdi.

Ayrıyeten, UEFA Şampiyonlar Ligi ve Premier Lig gibi kulüp futbol organizasyonlarının da artık 'mega-event' diye tabir edilen dev organizasyonlar kategorisine girmesi, buralardaki sponsorluk ve takım sahipliği çabalarının da artmasına neden oldu. Bugün, Paris St. Germain, Manchester City gibi kulüpler Arap sermayesinin çatısında yer alırken, Arsenal ve Barcelona gibi kulüplerin sponsor listelerinde de Arap şirketleri başı çekiyor. Bunun en son adımı Suudi Varlık Fonu liderliğindeki bir konsorsiyumun geçtiğimiz aylarda Newcastle United'ı satın alması oldu. Futbol dışında da Suudi Devleti, PGA'e alternatif LIV Golf adı verilen profesyonel golf oluşumunun başını çekiyor.

Her ne kadar spor organizasyonlarının bütün dünyaya yayılması, doğal ve olumlu bir gelişme olarak karşılanabilse de bu durum, beraberinde ülkelerin karanlık sicillerini sporla aklama yoluna gitmesini kolaylaştırıyor. Dünyada 'sports-washing' olarak anılan bu fenomen, aslında yeni bir şey değil. İtalya'daki 1934 Dünya Kupası ve 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları, sporla aklamanın en eski örnekleri sayılabilir. 1968 Mexico City Olimpiyat Oyunları ve Arjantin'deki 1978 Dünya Kupası da baskıcı rejimlerin ev sahipliğinde gerçekleştirilmişti.

Ancak sporla aklama stratejisinin, özellikle 2000'li yıllarda bambaşka bir evreye geçtiği aşikâr. 2008 Beijing Yaz Olimpiyatı, bu anlamda bir milat sayılabilir. Bunun haricinde Formula 1 yarış organizasyonlarının sıklıkla insan hakları sicili kötü ülkelere verilmesi, FIFA yönetimlerinin, bünyesindeki irili ufaklı organizasyonları bu tip ülkelere dağıtarak sonraki kupalarda ise Irak (1986), Birleşik Arap Emirlikleri (1990), Suudi Arabistan (1994, 1998, 2002, 2006, 2018), kupada yer alan Arap ülkeleri oldular. 1980'lerden itibaren Arap takımlarının kupada daha fazla görünmesinin temel nedenleri, 1974'te FIFA'nın yaptığı 'devrim' ile kupadaki Avrupa hâkimiyetinin azaltılıp diğer kıta takımlarına daha fazla kontenjan verilmesi ve kupadaki takım sayısının zamanla artması oldu. Bunun yanı sıra, yine aynı yıllarda büyük futbol turnuvalarının dünya çapında canlı yayımlanmaya başlamasıyla Arap ülkelerinde futbolun bir tanıtım aracı olarak rolü fark edildi ve bu spora olan yatırım arttı. Bunun ilk adımı, milli takımlara ünlü yabancı Fotoğraf Getty Images Turkey oradaki yönetimlerle arasını iyi tutması, bu ülkelerin milli takımlarının neredeyse tamamı devşirme sporculardan kurulu kadrolarla yarışmasına göz yumulması gibi olaylar, bu akımın diğer halkaları arasında sayılabilir.

Kârlılığını artırma peşindeki uluslararası spor organizasyonları ile imajını iyileştirme peşindeki bazı ülkelerin yolu böylelikle kesişirken, 2009-2010 yıllarındaki 2018 ve 2022 Dünya Kupaları ev sahipliği seçim süreci, bu bahsettiğimiz dalgada dahi fazlasıyla öne çıkıyor. Her şeyden önce, Sepp Blatter yönetimindeki FIFA'nın iki kupanın birden ev sahipliğini erkenden verme isteği, o dönem için bir hayli rastlanmadık bir durumdu. Büyük organizasyon ev sahipliklerinin eski cazibesini kaybettiği bir dönemde, başta Uluslararası Olimpiyat Komitesi olmak üzere pek çok büyük spor yönetimi, organizasyonları âdeta 'bir alana bir bedava' mantığıyla dağıtıyor. 2009-2010 yıllarına döndüğümüzde, bu ev sahiplikleri hâlâ epey revaçtaydı. 2022 Dünya Kupası ev sahipliği için de yedi ülke aday olmuş, bunların beşi (Katar, ABD, Güney Kore, Japonya ve Avustralya) finale kalmıştı. FIFA'nın bu kadar ilgi gören bir ev sahipliğini 2018'in yanına ekleyerek ta 12 yıl önceden vermesi büyük bir soru işaretiydi.

Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz, FIFA'nın yolsuzlukları konusunda uzmanlaşmış Britanyalı gazeteci Andrew Jennings, durumu "FIFA'nın başındaki yaşlılar, emekli olmadan önce son kez voliyi vurmak istediler" şeklinde açıklıyordu. Gerçekten de ilerleyen yıllarda bu organizasyon seçimlerinde rüşvet iddiaları ayyuka çıkmış ancak en az seçim kadar tartışmalı bir soruşturmayla iddiaların üstü kapatılmıştı. 2011 yılında Sunday Times'ta çıkan iddialara göre, FIFA yönetim kurulunun Afrikalı üyeleri Katar'a oy vermek için 1,5 milyon dolar rüşvet almışlardı. İddiaların gün yüzüne çıkmasını sağlayan Katar düzenleme komitesi eski çalışanı Phaedra Almajid ise önce yazılı bir belgeyle yalan söylediğini açıklamış, daha sonra ise bunu Katar yönetiminden aldığı tehditler nedeniyle yapmak zorunda kaldığını söylemişti.

Rüşvetle alınmış olsun ya da olmasın, Katar'ın ev sahipliği projesi, diğer bütün ev sahipliklerinden farklı özellikler taşıyordu. Bu tip ev sahipliği süreçlerinde 'yüksek organizasyon riski' taşıyan projeler genelde ilk turlarda elenirken, Katar'la ilgili başta iklim olmak üzere pek çok konudaki riskler geçiştirilmiş ve proje finale kadar gelmişti. Kupanın normalde düzenlendiği haziran- temmuz aylarında ortalama sıcaklığın 35-36 derece olduğu Katar'da, organizasyonun ne zaman düzenleneceği bile belirsizdi. Yaz sıcağında maçları oynatabilmek için uçuk projeler konuşuluyordu. Katar'ın organizasyonu kış aylarında yapacağı; ancak 2015 yılında, ülke organizasyonu aldıktan beş sene sonra belli oldu. Yani FIFA yönetim kurulu, 2010 yılında ne zaman oynanacağını bile bilmediği bir ev sahipliğine oy vermişti. Başka bir ülke, Şampiyonlar Ligi, Premier Lig ve diğer büyük lig takvimlerinin orta yerine Dünya Kupası koymaya kalksa ne olurdu, düşünmek bile imkânsız.

Bunun haricinde Katar'da, kupanın hazırlık sürecine dair ağır iddialar da FIFA tarafından yıllardır göz ardı ediliyor. Nüfusun yüzde doksana yakınının yabancı işçilerden oluştuğu Katar'da, ev sahipliğinin alındığı tarihlerde yasal çalışma rejimi, en iyimser tabirle bile 'modern kölelik' olarak adlandırılabilirdi. Katar'daki yabancı işçiler 'kefalet' sistemiyle çalıştırılıyor, işveren izni olmadan ülkeden ayrılamadıkları gibi, izinsiz iş de değiştiremiyorlardı. Bunun sonucu olarak; işçiler yoğun sıcakta, ağır mesailere zorlanıyor, bu koşullarda can verdiklerinde de yerleri, fakir Güney Asya ülkelerinden yeni göçmenlerle dolduruluyordu.

Katar'ın Dünya Kupası ev sahipliği, başka Körfez ülkelerinde de uygulanan bu çağdışı çalışma rejiminin dünyanın gündemine taşınmasına neden oldu. Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) de çabalarıyla, bahsedilen çalışma şartlarının pek çoğu Katar hukukundan çıkarıldı. Ancak Uluslararası Af Örgütü raporlarına göre, reformlara rağmen bu uygulamalar büyük ölçüde el altından devam ettiriliyor. Bu arada, Dünya Kupası bağlantılı inşaatlarda hayatlarını kaybeden işçi sayısının 6 bin 500 civarında olduğu iddia ediliyor. The Guardian gazetesinin ilgili haberine göre, ölümlerin büyük kısmı aşırı sıcakta çalışmaya zorlanmaktan. Katar'da bu ölümlerin yüzde 70 kadarı 'doğal ölüm' olarak kayıtlara geçiriliyor.

Kupa ile ilgili merak edilen bir diğer husus da ülkedeki LGBTI+ yasağı. Katar'da hiç uygulanmamış olsa dahi, eşcinselliğin cezası Müslümanlar için idam. Geçmişte, eşcinsel yabancılara hapis ve kırbaç cezaları uygulandığı da biliniyor. Geçtiğimiz yıl yapılan 2020 Avrupa Erkekler Futbol Şampiyonası'nda UEFA, aynı konuda katı yasalara sahip Rusya, Azerbaycan ve Macaristan'da maç oynatmış; bu maçlarda gökkuşağı renkli bayraklara yasak uygulanırken, sponsorlar kimi maçlarda reklam panolarında bu bayrağı kullanmıştı. Bu kupadan önce, Dünya Kupası'nın Amerikalı yayıncısı FOX, siyasi konuları kupa yayınlarına almayacağını açıkladı. Sponsorların da benzer bir yolu izleyip izlemeyeceği merak konusu.

Socrates Dergi