socratesXreflect_alt

Karar Ânı

17 dk

Andreas Brehme, Almanya forması ile üç Dünya Kupası oynadı. İtalya 90'daki performansıyla ve finalin skorunu belirlediği penaltıyla tarihe geçti. Efsane ile o günleri konuştuk…

Yanılmıyorsam 1995 yılıydı… Balıkesir'e henüz taşınmıştık ve annemin yeni okulundaki öğrencileri öğretmenlerini ziyarete gelmişti. Eve geldiklerinde biraz şaşırmış olabilirler. Gülay Özgen'in iki çocuğu olduğunu biliyorlardı belki ama ikisinin de spor delisi olduğundan haberleri yoktu büyük ihtimalle. Erkek öğrenciler durumdan etkilenmişti. Sağ olsunlar, Kahraman Özgen ile beni aldılar, birlikte basketbol oynamaya gittik. Bir süre sonra sanat okulunun bahçesindeki potalarda Dünya Kupası sınavı başladı. Biz idmanlıydık. Metin Özgen tarafından Ömer Altay'ın 'sarı kitabından' defalarca sınava tabi tutulmuştuk. Onlar soruyor, biz cevaplıyorduk. Bir soru daha gelmişti: "1990 Dünya Kupası Finali'nde golü kim attı?" Çok soğukkanlıydım, "Andreas Brehme" dedim. Bu yeterliydi ama ukalalık yapmam gerekiyordu ya da öyle hissettim herhalde "Penaltıdan, sağ ayakla…" O son dokunuş çok önemliydi. Ben o final oynanırken sadece dört yaşındaydım. Dönemin teknolojisi de bir daha izleme şansı vermiyordu bana. Bilgi tamamen Metin Özgen'e aitti. "Adam sol bek, sağ ayakla penaltı atar, sol ayakla frikik…" Bu detay unutulmazdı.

2021… Program partnerim, '30'lu yaşlarımın futbol kardeşi' Buğra Balaban ile program hazırlığı için maç izliyoruz… Brehme oyuna hükmediyor. Teknoloji gelişmiş, sadece 1990 Finali'ni değil, birçok maçını izlemişim. Yine de -beynime nasıl işlemişse- Brehme'nin finalde sağ ayakla attığı penaltıyı mırıldanıyorum ve Buğra'ya rica ediyorum: "Ya, Instagram'dan bir mesaj atsana şu adama!" Her zamanki gibi beni kırmıyor Buğra ve 'DM'den yürüyor' Brehme'ye. Cevap gecikmiyor. Menajeri Philipp Grothe, röportaj için yeşil ışık yakıyor ama şartlar gereği bir erteleme talep ediyor. Dünya Kupası için çalışmalara başladığımızda Buğra bir hatırlatma mesajı daha atıyor. Bay Grothe, bir müjdeyle karşılıyor bizi. Andreas Brehme'nin otobiyografisinin hazır olduğunu söylüyor. Röportajın tam zamanı yani. Saatler kuruluyor, e-randevu veriliyor. Davor Suker'den sonra yine bir efsane için sabahın köründe kalkıyorum. Kamerayı açıyorum, Andy Brehme ve ben baş başayız. İnanmazsanız şahitler Philipp ve Buğra'ya sorun…

Bay Brehme, müsaadenizle benim ve ülkemdeki birçok futbolsever için bir gizemi ortadan kaldırarak başlamak istiyorum röportaja. Solak mısınız, yoksa sağlak mı?

Her ikisi de, her ikisi de! Hem sağ hem sol, fark etmez. Bu, babamın sayesinde olan bir şey. O benim ilk antrenörümdü. Daha dört buçuk yaşımdaydım ve boş zamanlarımda beni de çalıştırdı. Takımdaki herkes benden büyüktü. O zaman hep tekrarlardı: "Andy! Sol, sağ, sol, sağ… Sağ, sol, sağ, sol…" Bu çok çok önemliydi. Bugünkü oyuncular için de bu geçerli aslında.

Andreas Brehme'nin 1990 FIFA Dünya Kupası Finali'nde sonucu belirleyen penaltısı.

Andreas Brehme'nin 1990 FIFA Dünya Kupası Finali'nde sonucu belirleyen penaltısı.

Ama bugünlerde sizin gibi iki ayağını da kullanabilen futbolcu sayısı çok değil…

Evet. Bunu anlayamıyorum zira bu, antrenmanlarda da geliştirebileceğiniz bir şey. Lothar Matthaeus ile Inter'e gittiğimizde (Giovanni) Trapattoni, Matthaeus'a şöyle demişti: "Harika bir sağ ayağın var ama sol ayağın bir felaket! Antrenmanlarda sadece sol ayağını kullanarak oynayacaksın. Kaleye şut mu atacaksın; sadece solla, golü sadece sol ayakla yapacaksın." Lothar o zaman 28 yaşındaydı ve her iki ayağını da harika kullanan bir futbolcuya dönüştü. Bu çok önemli. 28 yaşında bile bunların hepsini yapabilirsin.

Trap'ın otobiyografisi Non Dire Gatto'da sizi ilk izlediği maçı anlattığı bir bölüm vardır. Orada Franz Beckenbauer'e sizle ilgili sorular sorar ve 'Kaiser' de "Solak mı, sağlak mı olduğunu kendisi bile bilmiyor" der…

(Gülüyor.) Inter'de şampiyon olduğumuzda başkan Ernesto Pellegrini, evinde bir davet düzenlemişti. 15 futbolcu oradaydı. Inter'i takip eden iki de gazeteci vardı. Başkan bana döndü:

— Andy, haydi söyle onlara, hangi ayağın daha kuvvetli; sağ mı, sol mu?

— Aaa yeter ama va fanculo!* Yeter. İkisi de, ikisi de!

Artık 62 yaşındayım ve ne yazık ki eskisi gibi oynayamıyorum.

Philipp Grothe'a teşekkür etmeyi unutmayalım, henüz baskı aşamasındayken kitabınızdan birkaç bölüm gönderdi. Orada çok hoşuma giden kısımlardan biri "Bugünkü futbolcuları izlerken basitliği özlüyorum" cümleniz. Bu 'basitliği' biraz açar mısınız?

Futbol basittir, bu kadar! Normali budur. Bugünün oyuncuları işin sadece gösteri tarafında. Geçtiğimiz pazartesi Rudi Völler ve Pierre Littbarski ile birlikteydik. Rudi de aynısını dedi, "Sadece şov yapmak istiyorlar ama bu önemli değil. Önemli olan basitçe yapabilmek." İzleyiciler için de bu geçerli. Ver, kaç, ver, kaç… Bugün bunları pek göremiyoruz.

Lothar Matthaeus, Giovanni Trapattoni, Andreas Brehme (1989-90 Inter)

Lothar Matthaeus, Giovanni Trapattoni, Andreas Brehme (1989-90 Inter)

Çocukluğunuzdan ya da gençliğinizden özel bir Dünya Kupası anınız var mı?

Hollanda Milli Takımı'nın 1974 Dünya Kupası'nda memleketim Hamburg'da yaptığı kampa otobüsle gitmiştim. O zamanlar böyle büyük güvenlik önlemleri yoktu. Johan Cruyff ve arkadaşlarından imzalı fotoğraf istemiş hatta Cruyff sigara içerken ufak bir laflama fırsatı bile bulmuştum. Yıllar sonra Barcelona'dayken beni transfer etmek istediğinde bu hikâyeyi anlatmıştım, çok gülmüştü.

O kupadaki Alman takımı da çok özel. Beckenbauer sadece Alman futbolunun değil, dünya futbolunun büyük ikonlarından biri. Onun etkisini, gücünü ve karizmasını nasıl anlatırsınız?

Franz Beckenbauer gerçek manada dostum. Her gün telefonlaşır, sık sık görüşürüz… Antrenörken takıma çok yakındı. Bu yönü harikaydı. Ayrıca bizim gibi o dönemin futbolcuları için bir idoldü. Onun kulübede olması muhteşemdi, bize sinirlense bile bizim için hep eşsiz bir kişiydi.

1980'lerde Batı Almanya, Fransa için bir nevi engeldi. Büyük sempati topladıkları iki turnuvada da onları elediniz. Meksika'daki yarı finalde kahramanlardan biri de frikikten attığınız golle sizdiniz hatta. Ama 'gönüllerin şampiyonu' olan takıma karşı kazanılan bu iki zafer, birçokları için Almanya'yı 'sevimsiz' bir takım yaptı. Ne dersiniz?

Fransa'nın 1986'daki takımı inanılmazdı. Zaten Avrupa şampiyonasına da hükmetmişlerdi. Bence bize karşı biraz fazla özgüvenle oynadılar. Biz de benim frikiğimle öne geçtikten sonra çok akıllı oynadık. Ne olursa olsun İngiltere, Fransa, İspanya gibi büyük takımları yenmek zorundasın. Bence o Alman takımı, tüm ülkelerde saygı görmeye devam ediyordur…

Kitabınızda 1990 Dünya Kupası'nda Beckenbauer'in disiplin konusunda çok hassas olduğunu anlatıyor ve "Saçmalıklarla zaman harcamadı" diyorsunuz. 1986 Dünya Kupası'nda saçmalıklara çok mu zaman harcanmıştı? 1986'daki takım ile 1990'daki takım arasındaki fark neydi?

Bayern Münih, Köln ve Hamburg'lu oyuncuların arası biraz gergindi. O zamanlar bu üç takım arasında Bundesliga'da da büyük bir rekabet vardı. Yine de çok ciddi bir durum yoktu. Sonuçta ikinci olmaktan mutluyduk. 1990'da büyük bir cesaretle oynadık. Sanırım 10 oyuncu İtalya'da oynuyordu o kadroda. Bu çok önemliydi. 1990 her açıdan daha iyiydi.

1990 Dünya Kupası grup maçında BAE karşısına çıkan Federal Almanya 11'i. Soldan sağa ayaktakiler: Thomas Berthold, Bodo Illgner, Klaus Augenthaler, Guido Buchwald, Stefan Reuter, Rudi Völler. Oturanlar: Thomas Hassler, Jürgen Klinsmann, Uwe Bein, Andreas Brehme, Lothar Matthaeus

1990 Dünya Kupası grup maçında BAE karşısına çıkan Federal Almanya 11'i. Soldan sağa ayaktakiler: Thomas Berthold, Bodo Illgner, Klaus Augenthaler, Guido Buchwald, Stefan Reuter, Rudi Völler. Oturanlar: Thomas Hassler, Jürgen Klinsmann, Uwe Bein, Andreas Brehme, Lothar Matthaeus

Toni Schumacher, kitabında 1986'daki kamptan bir cehennem, bir savaş gibi bahseder. Doğruluk payı var mı?

Hayır, doğru değil. Ayrıca ben öyle bir kitap yazamazdım. Birlikte oynadığınız oyuncular hakkında bunları söylemeniz bence doğru değil. Toni ile ilgili hep güzel hatıralarım vardır, kendisine de söyledim: "Toni, biz arkadaşız ama bu hiç hoşuma gitmedi."

Oynadığınız Dünya Kupaları içinde en özel maçınız hangisiydi?

En önemli olanı söyleyeyim: Kupayı kazandığımız 1990'da turnuvadaki ilk maçımız, başlangıç. Çünkü Yugoslavya'ya karşı oynuyorduk ve favori onlardı. Hem maçta hem de kupada favoriydiler, harika bir takımları vardı. İlk maç her zaman diğer maçlardan daha zordur. Harika bir oyunla 4-1 kazandık o gün. 60 bin Alman San Siro'daydı, 10 bin de Yugoslav vardı. İyi bir takıma karşı iyi futbol oynayıp bu skorla kupaya başlamanız çok önemlidir. Farklı bir kişiliğe bürünür, bir sonraki maç için daha da cesur olursunuz. Sonra eleme turları başladı. Hollanda'ya karşı sahaya çıktık…

Milan'lılar ve Inter'liler arasındaki rekabet, tükürük olayı… Tarihi maç cidden.

Hiç anlamadığım bir şey o, biliyor musun? Frank Rijkaard'ı çok iyi tanırım, Milano'da defalarca birlikte yemeğe çıkmışızdır. Böyle bir şeyi neden yaptığına o an hiç anlam verememiştim. Hakem hata yaptı ve ikisini de dışarı gönderdi. Sonra Frank ve Rudi Amsterdam'da buluştular, birlikte yemek yediler ve Frank, "Özür dilerim, Rudi. Çok ama çok üzgünüm" dedi. Doğru olan bu, değil mi?

Rudi Völler hakikaten masum...

Onu diyorum ya. Her şey Rijkaard'ın suçu.

Benim için turnuvanın maçı İngiltere'ye karşı oynadığınız yarı finaldir ama 'Brehme maçı' seçeceksem bu Hollanda maçı olur sanırım. Golünüz de muazzamdır…

Evet, iki olağanüstü takım arasındaki güzel bir maçtı. Hollanda'nın gerçekten çok iyi bir kadrosu vardı. Rijkaard, Van Basten, Gullit… Milan'ın Hollandalıları… Şunu da hiçbir zaman anlamadım; ne zaman Hollanda ile Almanya oynasa hep şunu yazarlardı: "Bu bir savaş!" Sahada öyle bir savaş falan yoktu ki! Şu anda Rusya ile Ukrayna arasında beni çok üzen, inanması güç bir şey yaşanıyor, değil mi? Savaş o. Ama gazeteler hep yazardı: "Aha, Almanya-Hollanda. Tam bir savaş!" Hayır, bu hiçbir zaman doğru olmadı. Bu sadece futbol. Biz Ruud ve Marco'yla Milano'da defalarca golf oynadık. Sadece benim için değil, onlar için de durum bu. Bugün bile telefonlaştığımız, "Nasılsın, nasıl gidiyor?" diye sorduğumuz insanlar hepsi. Bu tarz şeyleri duymak beni hep kötü etkilemiştir.

Euro 88'deki maç da çok gergindir…

Evet. Onda da biz yenildik. 1-0 öne geçtik, beraberliği yakaladılar, sonra tam maç bitecekken Marco çıktı sahneye. Futbol böyle bir şey işte. Bizi yendi Hollanda, sonra Münih'te Marco'nun muazzam golüyle… Ne goldü ama! Gerçekten inanılmazdı. O golle Avrupa şampiyonu oldular. Futbolun güzelliği de bu.

Çekoslovakya maçında Beckenbauer'i biraz kızdırmışsınız sanırım?

(Gülüyor.) Soyunma odasında felaket kızgındı. Mamma mia! "Çocuklar, böyle bir şey olamaz!" ile başladı ve devam etti… Beş dakika sonra Sepp Maier araya girdi:

— Franz, 1-0 kazandık ve yarı finaldeyiz.

— Çok teşekkür ederim, haklısın…

Ama o beş dakika bizim için tam bir felaketti.

Ama bence Kaiser haklı. Turnuvadaki en pasif maçınızı o gün oynamış olabilirsiniz takım olarak…

Evet, haklısın. Yedi maç oynamışız, o maçtaki son yarım saat gerçekten berbattık. Olabilir. Franz da bizim antrenörümüzdü ve bunu söylemek zorundaydı. Sonra İngiltere maçı… İki takım da harikaydı o gün. İki gol vardı, seyirciler için güzel bir maçtı. Ama Arjantin maçı berbat bir finaldi. Çünkü Arjantin futbol falan oynamadı. Sadece Sergio Goycochea'ya güvendiler. Çünkü finale, onun iki maçta da kurtardığı penaltılarla gelmişlerdi. Evet bir maçta kötü oynamışızdır ama hiçbir maçta korkak oynamadık. Onlar sadece İtalya karşısında bir devre yeterince iyi oynamışlardı. Bize karşı sadece savunmada kaldılar, doksan dakikada ne bir korner atabildiler ne de gol pozisyonuna girdiler. Hep söylerim, 30 dakika sonunda 2-0 ya da 3-0 öne geçebilirdik. Çok fazla fırsat ele geçirdik. Penaltıyla kazandık ama ondan önce Klaus Augenthaler'in pozisyonu vardı, o da net bir penaltıydı. Gerçekten berbat bir maçtı. Neyse ki kazandık.

Franz Beckenbauer, Lothar Matthaeus, Andreas Brehme

Franz Beckenbauer, Lothar Matthaeus, Andreas Brehme

Zaten bence o kupada finali Almanya ve İtalya oynamalıydı…

Inter'den beş oyuncu İtalya Milli Takımı kadrosundaydı. Biz de üç Almanız takımda. Onlara takılırdık:

— Çocuklar, final oynayacağız ve biz kazanacağız.

— Andy, va fanculo! Biz kazanacağız, evimizde daha da güçlüyüz.

İtalya elendiğinde bütün halk bizi desteklemişti. Zaten o finalde Arjantinli taraftarların sayısı iki bin falandı. Stat, Almanlarla doluydu ve tabii İtalyanlar da bizim yanımızdaydı. Otobüsle stada gelirken muazzam bir atmosfer vardı, tam bir cümbüştü.

Almanya penaltı atışlarında en başarılı ülke. Neredeyse hiçbir Alman futbolcunun penaltı atışlarında hata yaptığını görmeyiz. Siz de tarihin en kritik vuruşlarından birini yaptınız. Nedir bu işin sırrı?

Evet, takımlarımızda birçok iyi penaltıcı olur. Ağzına kadar dolu bir stadyumda oynanan, milyonlarca insanın televizyonda izlediği ve sonucu belirleyen penaltıyı atmak zorunda olduğunuz bir maçın atmosferini ya da baskısını yaratamayacağınız için antrenmanlarda penaltı atışlarını çalışamazsınız. Bence işin sırrı yoğunlaşmak ve başarısızlığı çok fazla düşünmemek.

Bugünlerde kanat bekleri çok konuşuluyor. Takımlarında kilit oyuncu olmayı başaran bekler çoğunlukta. Hatta sık sık "Modern futbolda kanat bekler, eskiye göre daha önemli" deniyor. Ben buna katılmıyorum. 30 sene önce de bu fark yaratan bir şeydi. Mesela siz; Almanya Milli Takımı'nda da Trapattoni'nin Inter'inde de önemli bir rolünüz vardı.

Kitabımda bir bölümü buna ayırdım. Bugünün oyununda kanat beklerinin önemini gördükçe mutlu oluyorum, Trent Alexander-Arnold'a baksana. Evet, bence bizim dönemimizde Almanya'da da Paul Breitner, Hans-Peter Briegel ya da benim gibi çok daha modern sol bekler vardı. Trapattoni de Beckenbauer de bu yeteneklerimi çok kullanmakla kalmadılar, gelişmeme de katkı sağladılar.

Katar'da Almanya'dan beklentiniz nedir? Hangi noktaya ulaşabilirler?

Almanya her zaman iddialıdır. Umarım en azından yarı finali görürler.

*: S.ktir git

Socrates Dergi