socratesXreflect_alt

Gölgedeki Şehir

15 dk

İzmir, futbol başta olmak üzere birçok sporun ülkeye giriş yaptığı yerdi. Fakat yıllar ilerledikçe İstanbul'la girdiği rekabet sonucunda gölgedeki şehir olarak kaldı.

Günümüz Türkiye coğrafyasında modern sporların ilk yapıldığı şehir olan İzmir, İstanbul'la erken tarihte başlayan rekabetinde bunun avantajını kullandı. Levantenlerin ve Rumların çoğunluğunu oluşturduğu İzmir takımlarının 1900'lerin başında İstanbul takımlarıyla yaptıkları maçlarda üstünlük sağladıklarını görüyoruz. Meşrutiyetin ilanından sonra Türk takımlarının ve futbolcularının sayısının hızla artmasıyla birlikte, özellikle 1920'lerden itibaren bu üstünlük İstanbul'a geçti. Artık İstanbul lig maçlarının sonuçları, İzmir gazetelerinde yerel lig maçlarından daha geniş yer bulmaktaydı. İstanbul'un İzmir'e üstünlüğü 1933 Türkiye Futbol Birinciliği Finali'nde doruğa çıktı ve Alsancak Stadı'nda oynanan maçta Fenerbahçe, İzmirspor'u 8-0 yendi. 

Milli Küme Dönemi

İki şehrin futbolu arasındaki fark, 1937'den 1950'ye kadar çeşitli aralıklarla düzenlenen Milli Küme ile daha belirgin biçimde ortaya çıktı. Türkiye Ligi'nden önceki ilk lig organizasyonu diyebileceğimiz Milli Küme'ye, yerel liglerdeki derecelerine göre İstanbul'dan dört, Ankara ve İzmir'den ikişer olmak üzere toplam sekiz takım katılıyordu. İlk Milli Küme maçları başlamadan önce, dönemin valisinin daha güçlü olmaları amacıyla İzmir kulüplerini dayatmacı bir şekilde birleştirmesi de işe yaramadı ve İzmir takımları bu organizasyonda, İstanbul dışında Ankara kulüplerinin de altında son sıraları aldılar. İzmir takımlarının ulaştığı en iyi derece Göztepe'nin (1944) ve Kayagücü'nün (1946) üçüncülükleriydi. (Askeri bir takım olan Kayagücü, İzmir'in askerlik çağı gelmiş seçkin futbolcularını kadrosunda toplamıştı. Nitekim 1946-47 sezonunda İzmir Ligi'nde şampiyon oldu.) 

Milli Küme 1950'de son bulduktan sonra 1959'da başlayan Milli Lig'e (Süper Lig) kadar, iki şehrin takımları özel maçlarda karşılaştılar. Elbette bu maçlar para kazanılması amacıyla yapılıyordu ve çoğunlukla İstanbul takımları İzmir'e gidip iki maç oynayarak dönüyordu. İstanbul'un üstünlüğü bu maçlarda da ortaya çıkıyordu. 1950-51 sezonunda iki şehrin ligleri sona erdikten sonra İstanbul üçüncüsü Vefa, İzmir'e gitti ve ilk maçta İzmir üçüncüsü Altınordu'yu 7-1 yendi. Ertesi gün, 22 Nisan 1951 tarihli Yeni Asır'da şu satırlar vardı: "Futbol bilgileri bizden üstün, topu kontrol edişleri ve paslarındaki isabet bunun bariz delilidir. Hele koşu ve nefes farkı, bilhassa ikinci devrenin sonlarına doğru kendini bariz şekilde hissettirdi. Hatta arkadan gelip, önde koşan Altınorduluyu kurşun hızıyla geride bırakan Vefalıyı gören nüktedan bir seyirci durumu şöyle tasvir ediverdi: Biri 1926 model Ford, öteki son model Şevrole."

Vefa ikinci maçta karşılaştığı İzmir şampiyonu Altay'ı da 5-3 yendi. 4 Eylül 1955'te oynanan özel maçta Altay'ın Fenerbahçe'yi 4-2 yenmesi ve İstanbullu rakibi karşısında tarihinde ilk kez galip gelmesi büyük yankı yaratmıştı. 6 Eylül tarihli Yeni Asır'da, "Altay'ın aldığı galibiyet cidden iftihara değer bir hadisedir" başlıklı yazıda kulübün tarihçesi anlatılıyordu. Yazının alt başlığıysa içerdiği hamasetle uyumluydu: "Siyah-Beyazlılar yalnız spor bahsinde değil yurt müdafaasında da temayüz etmişlerdir."

Metin Oktay'ın İzmirspor günlerinden. Ayaktakilerden sağdan üçüncü...

Metin Oktay'ın İzmirspor günlerinden. Ayaktakilerden sağdan üçüncü...

Yıldız Göçü

Bu dönemde İzmir'in en yetenekli genç futbolcularının İstanbul kulüplerine gitmesi dikkat çekiciydi. Şehrin birçok semtinin yanı sıra civar illerden İzmir kulüplerine seçilen yetenekli gençler, bir-iki sezon içinde İstanbul kulüpleri tarafından kapışılıyordu. Bu futbolcuların başında Güven Önüt, Ayhan Elmastaşoğlu, Cenap Doruk, Bahri Altıntabak gibi isimler geliyordu. Bu yıldızların en önemlisi ise Metin Oktay'dı. Henüz 18 yaşında Genç Milli Takım'da oynarken Beşiktaş'ın transfer gündemine giren geleceğin yıldızı, o yıl İzmirspor formasıyla İzmir Ligi'nde gol kralı olduktan sonra, Türkiye Birinciliği maçları beklenmeden apar topar Galatasaray tarafından İstanbul'a götürüldü ve sözleşme imzalatıldı. Bu olaydan beş yıl sonra Metin Oktay, bir kez daha transfer çekişmesinin aktörü oldu. İzmir'e dönmesini arzulayan eşi Oya Sarı'nın girişimiyle İzmirsporlu taraftarlar bir kampanya düzenlemiş ve 165 bin lira toplamıştı. Sonuçta bir kez daha İstanbul, İzmir'e üstün geldi ve Metin Oktay, Galatasaray'da kaldı. Genç yıldızların göçünün tersi bir durum, İstanbul'un daha yaşlı futbolcuları için söz konusuydu. Olgunluk dönemini yaşayan bazı ünlü futbolcular İzmir takımlarına transfer olup futbolu bıraktıktan sonra buraya yerleştiler. Bunların en ünlüsü Kültürspor'a transfer olduktan sonra birkaç yıl da Altınordu'da oynayan Beşiktaşlı Bülent Esel'di. Muhterem Ar, Mahmut Evren, Erkan Velioğlu da onun gibi futbol sonrası hayatlarını İzmir'de sürdürdüler. 

İstanbul'a giden yıldızların yanında bir de İzmir'de kalmayı tercih ettiği için cezalandırılan futbolcular vardı. Akla gelen ilk örnek, adı İzmirspor'la özdeşleşen Tarık Gençay'dı. 1951'de Berlin'deki unutulmaz 2-1'lik Almanya maçının kadrosuna alınan Gençay, Galatasaray'da oynamayı kabul etmediği için forma giyme şansı bulamamıştı. Yine İzmirspor'un yıldız kalecisi Seyfi Talay, Beşiktaş'a gidip -ortamı sevmediği için- hemen geri dönünce, milli olma gururunu sadece Genç Milli Takım seviyesinde yaşamak zorunda kalmıştı. A Milli olamayan İzmirli futbolcular, bir tür teselli olarak 6 Mayıs 1951'de Alsancak Stadı'nda Irak A Milli Takımı'yla karşılaşan B Milli Takım'da yer aldılar. 

Sıra İzmir’de

Altmışlı yılların ikinci yarısı, İstanbul'la yaşanan rekabette ibrenin İzmir tarafına döndüğü bir dönem oldu. Önce Altay 1967'de Türkiye Kupası'nı kazanarak kupayı İstanbul dışına çıkaran ilk takım oldu. İşin ilginç yanı, Altay'ın finaldeki rakibinin Göztepe olmasıydı. Ligde İstanbul'un tekelini kıramayan İzmir futbolu, bu dönemde üstünlüğü kupada sağladı. Altay'dan sonra Göztepe, iki kez bu kupayı müzesine götürdü. 1969'daki ilk zaferlerinde finaldeki rakip Galatasaray'dı. Böylece İzmir, ilk kez resmi bir finalde İstanbul'a üstünlük sağlıyordu. Göztepe bu başarısını 1970'te tekrarladı ve bu sefer Fenerbahçe'yi 3-1 yenerek Cumhurbaşkanlığı Kupası'nın da sahibi oldu. 

İzmir ekibinin bu dönemde sağladığı bir diğer üstünlük Avrupa Kupaları'nda ulaşılan başarılardı. Türk takımlarının Avrupa Kupaları'nda genellikle ilk turda elendiği, ikinci tura nadiren geçtiği o yıllarda, Göztepe'nin Fuar Şehirleri Kupası'nda yarı finale kadar çıkması, takımın taraftarlarını tasvir ederken kullanılan 'bir minibüs' ölçütünden çıkıp bugünkü potansiyeline ulaşmasını sağladı. Göztepe o yıllardaki başarılarıyla bütün Türkiye'nin sempatisini kazanırken, Ali - Küçük Mehmet, Çağlayan, Hüseyin, Büyük Mehmet - Ertan, Gürsel, Nevzat - Nihat, Fevzi, Halil şeklindeki 'efsane' on birini ülkedeki her futbolsever ezberlemişti. Bu kadrodan Ali, Nevzat ve Fevzi, İstanbul'un tekelini kırıp defalarca milli formayı giyerken, teknik direktörleri Adnan Süvari de A Milli Takımın başına getirilerek ödüllendiriliyordu. Göztepe'nin bu döneminden ilginç bir nokta da Fenerbahçeli Hüseyin Yazıcı ve Ali İhsan Okçuoğlu ile Beşiktaşlı Sabahattin Kuruoğlu'nun kulüpleri tarafından gözden çıkarıldıktan sonra geldikleri İzmir'de, performans açısından en verimli yıllarını yaşamalarıydı. 

Rekabet sadece futbolla da sınırlı kalmamıştı. Basketbolda da hikâyesi iki şehir arasında yazılan sporcular vardı. Yıldız futbolcularını İstanbul'a kaptırarak futbolda hiç lig şampiyonu çıkaramayan İzmir, basketbolda Deplasmanlı Lig kurulur kurulmaz, 1966-67'de Altınordu ile şampiyonluk sevincini tattı. Bu başarıda futbolun tersine bir transfer hareketi söz konusuydu. Altınordu'nun şampiyonluğundaki en büyük etken İstanbullu basketbolcular; İTÜ'nün 2,15'lik devi Hüseyin Alp, Fenerbahçe'den alınan Halil Dağlı ve Galatasaray'dan alınan Haluk Tunçeri'ydi. İzmirli milli basketbolcular Akın Gönülşen ve Yılmaz Vardaroğlu ilk beşi tamamlıyordu ancak Gönülşen de üniversite öğrenciliği yıllarında İTÜ'de forma giymişti.

Mehmet Oğuz'un 1 Aralık 1974'te İzmir Atatürk Stadı'nda oynanan maçta İsviçre'ye attığı galibiyet golü.

Mehmet Oğuz'un 1 Aralık 1974'te İzmir Atatürk Stadı'nda oynanan maçta İsviçre'ye attığı galibiyet golü.

‘Uğurlu Stat’

İzmir altmışların ikinci yarısında ele geçirdiği üstünlüğü, yetmişli yıllarda sportif rekabet alanında olmasa da tesis açısından sürdürdü. 1971'de İzmir'de düzenlenen Akdeniz Oyunları, Türkiye'de o güne dek gerçekleştirilen en büyük spor organizasyonu oldu. Oyunlar için inşa edilen Atatürk Stadyumu, Atatürk Spor Salonu, yüzme havuzu gibi tesisler sayesinde İzmir bu alanda ülkenin bir numaralı şehri haline geldi. Akdeniz Oyunları bittikten sonra A Milli Takım, Atatürk Stadı'ndaki ilk maçını 5 Aralık 1971'de Polonya ile oynadı. Bundan önce rakibiyle oynadığı üç maçta 16 gol yiyen Türkiye'nin bu maçı 1-0 kazanması bütün yurtta büyük sevinç yaratmıştı. Bu tarihten sonra da birçok milli maç İzmir'de oynandı. Türkiye A Milli Takımı, altı yıl boyunca Atatürk Stadı'nda oynadığı maçları kaybetmeyecekti. Bu seri, Atatürk Stadı'na yeni bir isim daha kazandırdı: Uğurlu Stat.

İzmir futbolunun İstanbul'a göre zayıf kalmasında belki rekabetin daha fazla kulüp arasında yaşanmasının da rolü vardı. İstanbul'un üç büyükleri varken, İzmir'de şampiyonluk yarışı beş kulüp; -Altay, Karşıyaka, Altınordu, Göztepe, İzmirspor- arasında geçiyordu. 1923-1941 arasında en çok şampiyonluk kazanan Altay'ın en önemli rakibi Altınordu'ydu. Sonra yarışa 1942-53 arası beş şampiyonluk kazanan Göztepe katıldı. İzmirspor ve Karşıyaka da farklı sezonlarda şampiyonluklar kazandı. Altmışlı ve yetmişli yıllarda esas rekabet Altay ile Göztepe arasındayken, 16 Mayıs 1981'de oynanan meşhur 80 bin kişilik maçla başlayan Karşıyaka-Göztepe rekabeti artık farklı liglerde olmalarına rağmen bugün dahi sürüyor.

Bitirirken, İzmir'in, dünyanın çok az yerinde benzerine rastlanacak şekilde bir futbolcu anıtları şehri olduğunu da unutmayalım. İzmir'in beş takımının tarihine geçmiş isimlerin heykelleri şehrin çeşitli semtlerini süslüyor. Alsancak Garı yakınındaki Vahap Özaltay'ın büstüne, birkaç yüz metre ilerisinde Sait Altınordu heykeli eşlik ediyor. Karşıyaka'nın unutulmaz futbolcuları Gode Cengiz ve Erol Baş'ın heykeli Bostanlı'da bir parkta bulunuyor. Göztepe'nin 'efsane' on biri ve teknik direktörleri Adnan Süvari'nin dev bir rölyefi Güzelyalı Parkı'nda, İzmirsporlu Tarık Gençay, Seyfi Talay ve Özcan Altuğ'un rölyefi kulüp binasının karşısında yer alıyor. Hatta son olarak Bornova'da, -1877'de Türkiye'de futbolun ilk kez oynandığı iddia edilen noktada- isimsiz bir futbolcu heykeli yapıldı. Hatay semtindeki bir parkta ziyaretçileri karşılayan bir futbolcu heykeli daha var. Ama o isimsiz değil, Türk futbolunun yıldızı Metin Oktay'ın heykeli…

Socrates Dergi