Eski Köye Eski Âdet

10 dk

Spor müsabakalarında gördüğümüz ama nedenine pek de odaklanmadığımız ritüeller ve gelenekler var. Biz de elimizi taşın altına koyduk ve bu davranışları mercek altına aldık. Karşımıza yarışlardan sonra içilen sütler, sahaya atılan şapkalar ve çok daha fazlası çıktı.

Sadece Beyaz

Antrenmanda giydiği siyah şortu çıkarıp antrenörünün giydiği erkek şortunu giymek zorunda kalan Anna Kournikova, ayakkabısının tabanı yüzünden uyarı alan Roger Federer ve bir dönem turnuvayı boykot eden Andre Agassi… Wimbledon'ın kıyafet kuralı geçmişte de gündemdeki yerini mütemadiyen koruyordu. Sebepleri ise günlük yaşamda saklı.

Oyuncular, 1877'de Wimbledon sahnesine çıktığında tablo bugünkünden çok da farklı değildi. Beyaz rengin terlemeyi önleyeceğini, önlemese bile kıyafetler üzerinde gözükmesini engelleyeceğini düşünen yetkililer, oyunculardan beyaz giyinmelerini talep ediyorlardı. Bu isteğin o dönemde hoş karşılanmadığını asla düşünemeyiz. Zira tenis, o günlerde Ada'da asillerin oyunuydu ve şık gözükmek de en az sporun kendisi kadar elzemdi. 2014'te Wimbledon çimlerine ayak basan sporcular ise kıyafet kurallarının çok daha katı hale geldiği gerçeğiyle yüzleştiler. Yeni kural kitabı tişörtlerdeki ve şortlardaki bir santimetrelik renk şeritlerinden, ayakkabı tabanlarından hatta iç çamaşırlarından söz ediyordu. Bir buçuk asır evvel böylesi tahmin edilmiş miydi? Pek emin değiliz.

Roger Federer

Roger Federer

Yelek & Papyon

Masa etrafında rahat hareket etmek, modern bir görünüme kavuşmak ve mümkünse bundan ticari birer meta yaratmak... Snooker oyuncularının son yıllardaki en büyük serzenişi bu üç alt başlıkta toplanıyor. Bu serzenişleri vitrine taşıyanlar ise bir yelek ve papyondan ibaret.

Snooker, Hindistan'da görev yapan İngiliz subayların boş zamanlarını değerlendirmek için icat ettikleri bir spordu. İcadının üzerinden yıllar geçse de oyunculardan hâlâ ilk günkü gibi gömlek, yelek ve papyon giymeleri talep ediliyor. Bunun nedeni ise kökenlerden, bir parça İngiliz olmaktan ve 19'uncu yüzyıldan geçiyor.

Ada'nın popüler sporu futbolun aksine snooker insanlara uzun bekleyişlerin, birkaç güne yayılan uzun müsabakaların da olabileceğini göstermişti. Daha ilk günden de vakti bol olan üst tabakanın tercih ettiği ve günlük yaşamdaki davranışlarıyla oyunun üzerinde etkin söz söylediği bir spor haline gelmişti. Kıyafet de bunlardan biriydi. Gömlek ve yelek giyilecek, papyon takılacak ve şık bir görünüm kazanılacaktı. Günlük yaşam ve davranışlar tıpkı tenis gibi snooker'ın bugününde de belirleyici rol oynamıştı.

Boxing Day

1963 yılının Boxing Day'inde maça giden taraftarlar, İngiltere'nin neresinde olurlarsa olsunlar, stattan farklı bir deneyimle ayrıldılar: Tek bir maç haftasında atılan tam 66 gol… Bugün Avrupa'daki çoğu lig Noel sonrası iki haftalık bir araya giderken Premier Lig, tıpkı geçmişteki gibi futbolseverlere enteresan maçlar vadediyor. Fikstür tartışmaları, oyuncu değişikliğini artırma istekleri ve sakatlanan oyuncular da cabası. Nedeni ve nasılı yıllar öncesine dayanıyor.

1888 yılı, İngiltere futbolu için kritik bir seneydi: İngiltere Birinci Ligi'nin temelleri o yıl atıldı. Yıllar sonra tüm dünyayı etkileyecek bu organizasyonun doğuşunda bir geleneğin de kapısı aralanıyordu. Sosyal hayatın epey kısıtlı olduğu, insanların kendilerine ortak eğlenceler aradığı bir yüzyıl için epey makul bir atılım. İnsanlar Noel'i kutladıktan sonra soluğu stadyumlarda alıyor ve futbolun keyfini çıkarıyorlardı. İlk yıllarda Noel'de karşı karşıya gelen takımlar, bir sonraki gün yani Boxing Day'de bu sefer diğer takımın ev sahipliğinde sahaya çıkıyorlardı. Hatta taraftarlar da maçın oynanacağı şehre futbolcularla birlikte gidiyorlardı. İşin özü, futbolu oynamak da izlemek de şehir hayatının bir parçasıydı.

Boxing Day'de İngiltere...

Boxing Day'de İngiltere...

Milli Marş

Aklımıza ilk gelen, İtalyanların coşkuyla okudukları milli marşları olsa da bunun temelinde de ABD var. The Star-Spangled Banner, 19'uncu yüzyılda bazı maçlarda tek tük çalınsa da Boston Red Sox ile Chicago Cubs'ı karşı karşıya getiren 1918 World Series, bizi bugüne taşıyacak olandı. ABD, 17 ay önce Birinci Dünya Savaşı'na girmişti ve savaştan dönmek zorunda kalanların yüzlerinden okunanlar hiç iç açıcı değildi. Üstüne üstlük hükümet, beyzbol oyuncularını askere çağırıyor ve normal sezonun en geç 4 Eylül'e kadar bitirilmesini istiyordu. ABD toplumu da sessiz ve puslu bir havanın etkisi altındaydı.

İlk maçta tüm bu sessizliğin ortasında söz alan ise askeri bando oldu. Tercihleri The Star-Spangled Banner'dı. İlk eşlik edenler tribünler değildi. Red Sox oyuncusu Fred Thomas başta olmak üzere tüm oyuncular sağ ellerini kalplerine götürüp ulusal marşı söylemeye başladılar. Daha sonrasında taraftarlar da coşkulu bir şekilde oyunculara katılmıştı. Bu coşku hali Cubs'ı sonraki maçlarda da ulusal marşı çalmaya itti. Red Sox da geri kalacak değildi. Tüm savaşları bitirecek savaştan geriye kalan bir maç önü ritüeliydi. Doğru ya da yanlış, gerekli ya da gereksiz… O da başka bir tartışmanın konusu olsun.

Forma Değiştirme

Futbolcular, sahada doksan dakika boyunca sınır tanımadan mücadele ederler ve rekabet son düdük çalana kadar hız kesmeden devam eder. Ancak maç topu hakeme teslim edildiğinde, aynı oyuncuların birbirlerine karşı saygı ve sevgi göstermelerinin pek çok yöntemi olduğunu da görebiliyoruz. Hiç şüphesiz bu yöntemlerin en bilineni de maç sonlarındaki forma değiştirme geleneği.

Bir futbol maçında, bazen kaybetmek de bir şeylerin başlangıcı olabilir. 1931 yılında Paris'teki Colombes Stadyumu'nda oynanan Fransa-İngiltere mücadelesinin son düdüğü çaldığında skor 5-2 Fransa lehineydi. Dünya Kupası tarihinin ilk golünü atan Fransız Lucien Laurent, yine perdeyi açan isimdi. Fakat bu maç tarihe daha önemli bir not bıraktı: İngiltere, tarihinde ilk kez Fransızlara mağlup olmuştu. Bu galibiyet Fransız oyuncuları o kadar mutlu etti ki rakiplerine, hatıra olarak formalarını alıp alamayacaklarını sordular. Böylece o gün o sahadaki futbolcular, tüm spor dünyasının en saygın ve köklü geleneklerinden birini başlattılar. Onlardan sonra gelen meslektaşları, forma koleksiyonlarını bu iki takıma borçlu. O birikimlerin hepsinde, Kevin Keegan ile Diego Maradona'nınkiler kadar değerli parçalar olmasa da...

Kevin Keegan ile Diego Maradona

Kevin Keegan ile Diego Maradona

Süt

Le Mans 24 Saat ve Formula 1 Monako Grand Prix'si ile beraber motor sporları takviminin en özel ve müstesna yarışlarından biri olan Indy500, sadece oval pistiyle değil, ilginç bir geleneğiyle de ön plana çıkıyor. Kana kana içtiğiniz ve yanaklarınızı bembeyaz yapan ya da başınızdan aşağı döktünüz bir şişe süt. Evet, yanlış duymadınız: Bir şişe süt. Indy500 galipleri geleneksel olarak kazandıkları yarışlardan sonra süt içiyorlar. Her şeyin başladığı yerde ise basit bir yanlış anlaşılma var.

1933 yılında Indy500'de aldığı ikinci galibiyetin ardından Louis Meyer'in istediği şey bir bardak ayrandı. Üç sene sonra yine zirvedeki yerini almıştı ve yarışın ardından isteği değişmemişti. Bir eliyle üçüncü şampiyonluğunu gösteriyor, diğer eliyle ayran şişesini tutuyordu. O gün yarışın keyfini çıkarmakta olan yerel bir firmanın yöneticisi o fotoğrafı bir pazarlama fırsatı olarak gördü ve Meyer'in içtiğini süt zannettiği için o günden sonraki tüm yarışlarda kazanana bir şişe süt vermek istedi. Eğer yerel bir ayran firmasının yöneticiyseniz ortada büyük bir yanlışı düzeltme ve doksan yılın ardından bambaşka bir gelenek yaratma şansınız var. Bizden söylemesi…

Yeşil Ceket

Masters'ın 2021 şampiyonu Hideki Matsuyama… Sonuncusu 2019'da olmak üzere toplamda beş şampiyonluk yaşayan Tiger Woods… Tarihte bu turnuvayı en az bir kez kazanmış Phil Mickelson, Vijay Singh, Nick Faldo… Bu dünyaca ünlü golfçülerin, Masters kazanmış olmaları dışında ortak bir noktaları daha var: Hepsinin dolabında yeşil bir ceket duruyor. Zira golfteki dört majör turnuvadan biri olan ve her yılın nisan ayında ABD'nin Georgia eyaletindeki Augusta National Golf Kulübü'nde oynanan Masters'ı kazanan golfçüye gelenek olarak şampiyonanın sonunda yeşil bir ceket giydiriliyor.

Masters'ın yeşil ceket geleneği, Augusta National Golf Kulübü üyelerinin 1937'de bu ceketleri giymeye başlamasına dayanıyor. Fikir, üyelerin kolayca tanınabilmesi düşüncesiyle çıkmıştı. New York'taki Brooks Uniform Co, ağır yün malzeme içeren orijinal ceketler yapmaya devam etti. Bu ürünler kısa sürede, yerini kulübün profesyonel mağazasından özel olarak sipariş edilebilen daha hafif bir versiyona bıraktı. 1937'den 1948'e kadar ceketleri yalnızca Augusta National üyeleri giydi. 1949'da Sam Snead ünlü Yeşil Ceket ile onurlandırılan ilk turnuva kazananı oldu.

Buzdaki Şapkalar

Her sporda, istatistik kâğıtlarını kabartmanın çeşitli yolları olsa da hat-trick yapmak, en bilinen ve havalı yöntemlerinin başında geliyor. Hat-trick kelimesinin etimolojik olarak Viktorya Dönemi'ne kadar gittiği, dönemin sihirbazlarının şapkalarından üç adet tavşan çıkarmasından türetildiğini savunanlar var. Terimin, ilk olarak kriket sporcuları için kullanıldığı da yaygın olarak biliniyor. Buz hokeyinde nasıl popüler hale geldiğiyle ilgili ise ilginç rivayetler mevcut.

Bu konuda en bilinen hikâye ise Chicago Blackhawks oyuncusu Alex Kaleta'nın 26 Ocak 1946'da Sammy Taft isimli Torontolu şapka satıcısının dükkânına girip fötr şapka almak istemesiyle başlıyor. Anlatılana göre, Kaleta'nın bu şapkayı alacak parası yoktu ve eğer Kaleta, Toronto Maple Leafs'e karşı üç gol atarsa Taft, Kaleta'ya bu şapkayı hediye edecekti. Kaleta bunu başarıp şapkayı alınca, medyanın da olaya ilgisi büyük oldu. Bu, sadece bir kavramı ortaya çıkarmakla kalmadı, aynı zamanda bir geleneğin de doğuşuna önayak oldu. Zira NHL'deki en meşhur geleneklerden biri olarak hâlâ maçta üç gol atan oyuncu olursa, buzun üzerine yüzlerce şapka atılır. O yüzden siz de günün birinde bir NHL maçına gitmeye karar verirseniz, yanınızda yedek bir şapka götürmeyi unutmayın. Zira her an bir hat-trick izleyebilirsiniz. 

Kesilmiş Pota Fileleri

Spor müsabakalarında, kazanılan zaferi unutulmaz hale getirmenin pek çok yöntemi olabilir. Takım olarak galibiyet fotoğrafı çektirmek bilindik bir seçenek olarak bu listede rahatlıkla yer bulur. Ancak basketbolda, biraz farklı bir yöntem daha var. Şampiyonluk maçlarından sonra kazanan takımın oyuncularından bir ya da ikisinin pota filelerini kesip hatıra olarak sakladığını görürüz.

Bu konuda doğal olarak aklımıza ilk olarak Koraç Kupası zaferinin ardından Tamer Oyguç'un pota filesini alması, Fenerbahçe'nin EuroLeague şampiyonluğu sonrası Gigi Datome'nin, Jan Vesely'nin omuzlarına çıkıp pota filelerini kesmesi veya Anadolu Efes'in EuroLeague şampiyonluğu sonrası ortaya çıkan kareler geliyor. Ancak pota filesini alma geleneği de tahmin edilebilir bir şekilde ABD'den filizlenmiş ve dünyada kabul görmüş bir hadise. Her şey, 1940'ların sonunda North Carolina State Wolfpack'in efsane koçu Everett Case ile başladı. Kazanılan eyalet şampiyonluğunun ardından oyuncularının omuzlarına çıkıp pota filelerini alan koç, öğrencilerinin zaferi hatırlatacak ufak bir hatıra objesine sahip olmalarını istemişti. Kendini basketbola adamış bir koçun başlattığı eylem, tüm dünya için bir gelenek haline geldi.

Play-off Sakalı

NHL (Ulusal Hokey Ligi) tıpkı diğer Amerikan sporları gibi geleneklerine bağlı olduğu kadar tutkudan da besleniyor. Belki de bu tutku sayesinde 'play-off sakalı' gibi başta batıl inanç olarak görülebilecek bir eylem herkes tarafından bilinen bir geleneğe dönüştü. Play-off maçlarını izlerken uzun sakallı oyuncular görürseniz bunun sadece imaj için yapıldığını düşünmeyin. Bazı NHL oyuncuları play-off oynamayı garantilediklerinde sakallarını uzatmaya başlarlar ve elenene ya da Stanley Kupası şampiyonu olana kadar da tıraş olmazlar.

Bu gelenek, 1984-85 NHL sezonuna dayanıyor. O sezon Detroit Red Wings oyuncuları Ivan Boldirev ve Danny Gare play-off öncesinde sakallarını uzattılar. Yeni imajlarının, ilk turda art arda dört maç kazanmalarına bir etkisi olabileceği yönünde takım arkadaşlarını da ikna etmeye çalıştılar. "Play-off sakalı" tabiri ise ilk kez çaylak oyuncu Brad Park'ın ağzından çıktı. Böylece gelenek ismini de bulmuş oldu.

Uzun sakallar Boldirev ve Gare'ın umduğu gibi Wings oyuncularına mutlu sonu getiremedi. Ama NHL tarihinde, Carolina Hurricanes'ten Mike Commodore ve Calgary Flames'den Lanny McDonald gibi bu geleneği yaşatarak Stanley Kupası şampiyonu olan isimler de var.

Socrates Dergi